18 Ocak 2019 Cuma

Saptırılan Hristiyanlık ve Müslümanlık

Dinlerin genel problemi şudur; insanlar, inandıkları dinin peygamberlerine nedense peygamberliği az görüp onu yüceltmek, yükseltmek, hatta Tanrı’ya eş görmek istemişlerdir. Bu sebeple Hristiyanlar İsa’yı Tanrı bile edinmiştir. Hatta, günümüzde bir çok Müslüman da Muhammed’i tanrılaştırmaya çalışmaktadır. Öyle ki; “alem onun yüzü suyu hürmetine yaratıldı” veya “İsmi cennetin kapısında yazar.” gibi bir çok hurafe uydurmuş ve inanmışlardır. İşin aslına bakarsak, ister inançlı biri olun isterseniz inançsız olun, gelen bütün bu kişilerin, yani peygamberliğini ilan eden kişilerin, Tanrı veya Melek değil, birer insan olmalarını, inananlar da inanmayanlar dabir türlü kabullenmek istememişlerdir. Ta Nuh zamanında başlayan bu kabullenemeyiş, son peygamber olduğunu söyleyen Muhammed’e gelinceye kadar böyle devam etmiştir. Nuh, kavmine elçi olarak gönderildiğinde ona şöyle itiraz edilmişti:
“(Nuh’un) Kavminden ileri gelen kâfirler dediler ki: Biz seni sadece bizim gibi bir beşer olarak görüyoruz…” (Hûd, 11/27)
Bu tür itirazlar sadece Nuh’un kavmi ile sınırlı değildi. Hud’un kavmi olan Âd, Sâlih’in kavmi Semûd ve onlardan sonra gelen peygamberlere de kendi kavimleri hep aynı itirazda bulundular: “Sizin bizden ne farkınız var? Siz de bizim gibi bir insansınız.” Kuran bu konu için şöyle demektedir:
“Sizden öncekilerin, Nuh, Âd ve Semûd kavimlerinin ve onlardan sonrakilerin haberleri size gelmedi mi? Onları Allah’tan başkası bilmez. Peygamberleri kendilerine mucizeler getirdi de onlar, ellerini peygamberlerinin ağızlarına bastılar ve dediler ki: Biz, size gönderileni inkâr ettik ve bizi kendisine çağırdığınız şeye karşı derin bir kuşku içindeyiz.
Peygamberleri dedi ki: Gökleri ve yeri yaratan Allah hakkında şüphe mi var? Hâlbuki O, sizin günahlarınızdan bir kısmını bağışlamak ve sizi muayyen bir vakte kadar yaşatmak için sizi (hak dine) çağırıyor. Onlar dediler ki: Siz de bizim gibi bir beşerden başka bir şey değilsiniz. Siz bizi atalarımızın tapmış olduğu şeylerden döndürmek istiyorsunuz. Öyleyse bize, apaçık bir delil getirin!”(İbrâhîm, 14/9–10)
Mekkeliler de aynı sözleri Muhammed için söylemişlerdi:
“Bu elçinin özelliği ne ki? O da yemek yiyor, o da sokaklarda geziyor! Ona bir melek indirilse de birlikte uyarıcılık yapsa olmaz mı?” (Furkân, 25/7)
“Rablerinden kendilerine ne zaman yeni bir ihtar gelse, onlar bunu, hep alaya alarak, kalpleri oyuna, eğlenceye dalarak dinlemişlerdir. O zalimler şöyle fısıldaştılar: Bu (Muhammed), sizin gibi bir beşer olmaktan başka nedir ki! Siz şimdi gözünüz göre göre büyüye mi kapılıyorsunuz?” (Enbiyâ, 21/2–3)
Peygamberliğini ilan edenler için sarf edilen bu kabullenmeme cümleleri inanmayanların en büyük engelleriydi:
“İnsanlara doğru yolu gösteren bir elçi geldiği zaman inanmalarına tek engel, onların şu sözleri olmuştur: “Allah elçi olarak bir beşer mi gönderir?” (İsrâ, 17–94)
Bu itirazlar inanmayanlar açısından bir parça makul görülebilir. Zira inanmamaları için aradıkları bahanelerin en büyüğünü bu cümlelerde bulabiliyorlardı. Bu akla göre Allah, insanlar içerisinden bir peygamber göndermez fakat gönderse bile bunu mutlaka ileri gelenler takımından(?) seçerdi! Bu da olmazsa, onlara göre geriye tek bir seçenek kalıyordu: Melek Peygamber! Şöyle demişti Nuh’un kavminin ileri gelenleri:
“Bu, sadece sizin gibi bir beşerdir. Size üstün ve hâkim olmak istiyor. Eğer Allah (peygamber göndermek) isteseydi, muhakkak ki melekler gönderirdi. Biz geçmişteki atalarımızdan böyle bir şey duymadık.” (Mu’minûn, 23/24)
Fakat peygamberlerin meleklerden olmasını isteyenlerin unuttukları bir başka gerçek vardı:
“De ki: “Yeryüzünde dolaşanlar melek olsaydı ve oraya yerleşmiş bulunsalardı, biz de onlara elçi olarak gökten bir melek indirirdik.” (İsrâ, 17/95)
Bu itirazlar, inanmayanlar tarafından yapılıyordu. Peki, inananlar tarafından peygamberlerin beşer / insan oldukları gerçeğine nasıl bakılmıştır?
Peygamberlerinin “insanlığı” ile oynayanların en bariz örneği Hıristiyanlardır. Onlar, peygamberleri konusunda aşırı gitmişler, onu tanrı edinmişlerdir. Yeni Papa 16. Benediktus başkanlığında kurulan bir heyet tarafından hazırlanan Katolik Kilisesi Din ve Ahlak İlkeleri adlı kitaba göre “İsa olmasaydı kâinat yaratılmazdı. Göklerde ve yeryüzünde görünen ve görünmeyen şeyler, tahtlar, egemenlikler, yönetimler ve hükümranlıklar… Her şey onun aracılığıyla ve onun için yaratılmıştır.”
Bu yanlış inanç, Müslümanların inancına da karışmıştır. Halk arasında oldukça yaygın olan ve birçok kişi tarafından açıkça uydurma olduğu belirtilen “sen olmasaydın ben kâinatı yaratmazdım (levlâke levlâke lemâ halaktu’l-eflâk)” sözü bu iddiayı haklı çıkarmaktadır. Bazı Müslümanlar tarafından aslı astarı olmayan bu rivayete dayanarak ilk yaratılan şeyin hakikat-ı Muhammediyye olduğu, yaratılan her şeyin ondan ve onun adına yaratıldığı iddia edilmiştir. (Tıpkı İncil’de ki İsa gibi) Muhyiddin İbnü’l-Arabî başta olmak üzere birtakım mutasavvıflar tarafından ortaya atılan ve geliştirilen hakikat-i Muhammediye inancı, kısaca şöyle özetlenebilir:
“Hz. Peygamberin altmış üç senelik zamanla sınırlı cismanî hayatından ayrı bir varlığı daha mevcuttur. Allah’tan başka hiçbir şey yokken ilk defa hakikat-i Muhammediye var olmuş, bütün yaratıklar bu hakikatten ve onun için halk edilmiştir. Âlemin var olma sebebi, maddesi ve gayesi bu hakikattir. (…) Resûli Ekrem’in ruhu ve nuru bütün insanlardan, peygamberlerden, hatta meleklerden önce var olduğundan Peygamber insanlığın manevi babasıdır. (…) (Muhyiddin) İbnü’l-Arabî’ye göre hakikat-i Muhammediye nur olması bakımından âlemi yaratma ilkesi ve onun aslıdır. Varlık şeklinde zâhir olan ilâhî tecellinin ilk mertebesidir.”
Menşeinin Yeni Eflatunculuk’taki “logos” veya İskendireyeli Aziz Clemens’in peygamberlik konusundaki görüşlerine dayandığı ileri sürülen bu anlayış, en hafif tabirle Kuran’ın şekillendirdiği peygamber tasavvurunu yerle bir etmektir! Nitekim başta hadis alimleri ve Hanbelîler olmak üzere bir çok alim Muhammed’in bu şekilde anlaşılmasının onu ilahlaştırmak anlamına geleceğini söyleyerek bu inancı küfür ve şirk saymışlar, daha önceki ümmetlerin de peygamberleri konusundaki aşırılıkları sebebiyle sapıklığa düştüklerini söylemişlerdir.
Hakikat-ı Muhammediye inancında sınır tanımayan Hasan Sezai Gülşenî gibi bazı mutasavvıflar ise: “Muhammed’dir cemâl-i Hakk’a mir’ât, Muhammed’den göründü kendi bizzat” diyerek Allah’ın Muhammed’in bedeninden insanlara göründüğünü söyleyecek kadar ileri gitmişlerdir. Bununla da yetinmeyip işi daha da ileri götürenler olmuştur. Bu resmen, Hristiyanların İsa’yı Tanrı edinmesi gibi, Müslümanların da Muhammed’i Tanrı edinmeye çalışma çabasıdır. Anlamak güç, bu neyin yarışıdır?
Hâlbuki diğer taraftan Kuran şöyle buyurur: “Allah aklını kullanmayanların üs­tüne pislik yığar.” (Yûnus, 10/100)
Bir tarafta aklı kullanmaya azami derecede teşvik eden ve akletmeyenleri pisliğe bulaşacakları yönünde tehdit eden Kuran’ın ayetleri…(Allahın lanet veya pislik yağdırması ayrı bir konu tabiki) Diğer tarafta “bu meydanda akıllar kesmez” , “Bizim buna aklımız ermez.” diyerek aklı devre dışı bırakan zihniyet… gerçekten bu müslümanlar bir acayip.
Kuran’da ki Allah’ın, sizlere buyurduğuna göre, Muhammed’in ve diğer peygamberlerin kim olduğu ile alakalı bazı ayetleri sıralayacağım. Eğer aklı başında bir insan iseniz, hadislerden önce Kuran’a iman etmeniz gerektiğini bilirsiniz. Çünkü, eksiksiz ve tamamlanmış bir kitap olduğunu söyleyen bir kitap için, yardımcı başka kitaplara gerek yoktur. Müslüman, müslümanlığı ile çelişmesin.
“Muhammed, sadece bir resûldür / elçidir. Ondan önce de nice elçiler gelip geçmiştir.” (Âl-i İmrân, 3/144)
“De ki: «Fesubhânallâh! Ben beşer peygamberden başka bir şey miyim?» (İsrâ, 17/93)
“De ki, ben de tıpkı sizin gibi bir beşerim. Bana, ilâhınızın bir tek ilâh olduğu bildiriliyor. Artık kim Rabbine kavuş­mayı umuyorsa hemen iyi bir iş yapsın ve Rabbine ibadette kimseyi ortak etmesin.” (Kehf, 18/110)
“Biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik.” (Enbiyâ, 21/107)
“Biz seni şahit, müjdeci, uyarıcı; Allah’ın izniyle O’na çağıran, nurlandıran bir ışık olarak gönderdik.” (Ahzâb, 33/45–46)
“De ki: «Ben peygamberlerin ilki değilim; benim ve sizin başınıza gelecekleri bilmem; ben ancak bana vahyolunana uymaktayım; ben sadece apaçık bir uyarıcıyım.» (Ahkâf, 46/9)
“De ki: Ben size, Allah’ın hazineleri benim yanımdadır, demiyorum. Ben gaybı da bilmem. Size, ben bir meleğim de demiyorum. Ben, sadece bana vahyolunana uyarım. De ki: Kör ile gören hiç bir olur mu? Hiç düşünmez misiniz?” (En’âm, 6/50)
Ayetler gayet açık ve net.. eğer siz müslüman iseniz, “yüzü suyu hürmetine tüm kâinatın yaratıldığı ve kendisinde Allah’ın tecelli ettiğine” inanılan insanüstü bir peygambere değil; tıpkı bizim gibi bir beşer olan ve bu yüzden bize örnek gösterilen, melek olmayan, gaybı bilmeyen, yeri geldiğinde Rabbinden azar işiten ama risâleti açısından âlemlere rahmet olarak gönderilen beşer peygambere iman etmekle mükellefsiniz. Onu kutsallaştırmak yerine, onun size getirdiği dini öğrenmeniz ve neye inandığınızı bilmeniz sizin için daha hayırlı olur.
NOT: Bu yazı ve diğer yazılarım benden özel izin alınmadan ve kaynak belirtilmeden hiçbir ortamda kullanılamaz, kopyalanamaz, çoğaltılamaz ve paylaşılamaz. Benden özel izin almadan ve kaynak belirtmeden kullandığınız taktirde hakkınızda yasal işlem başlatılacaktır.

Kaynaklar

Bkz. Seyyid Kutub, “Fî Zilâli’l-Kur’ân”, 12. Bs., Dâru’ş-Şurûk, 1986, C: 4, s: 1872. (Hûd Suresi 28. ayetin tefsiri)
“Katolik Kilisesi Din ve Ahlak İlkeleri”, Çev. Dominik Pamir, İstanbul, 2000, s: 95, par. 331.
Abdulaziz Bayındır, “Kur’an Işığında Aracılık ve Şirk”, Süleymaniye Vakfı Yayınları, İstanbul, 2005, s. 82.

Muhammed b. Ali b. Muhammed eş-Şevkâni, “el-Fevâidu’l-Mecmûa fi’l-Ahâdîsi’l-Mevdûa”, Thk. Abdurrahman el-Muallimî, el-Mektebetu’l-İslâmî, 2. Bs., Beyrut, 1392 h., s. 326.

Mehmet Demirci, “Hakîkat-i Muhammediyye”, Diyanet İslam Ansiklopedisi (DİA), İstanbul, 1997, C: 15, s: 179–180.
Buhârî, Enbiyâ, 48.
Cihat Arınç, “Hakk’ın En Parlak Aynası: Ahmed-i Muhammed”, Anlayış Dergisi, Nisan 2006, sayı: 35, s. 77.

Abdulaziz Bayındır, “Kur’an Işığında Aracılık ve Şirk”, s. 83.
İlgili ayetler için bkz: Enfal, 8/67–68; Tevbe, 9/43; Ahzâb, 33/37; Tahrîm, 66/1; Abese, 80/1–16.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder