24 Ekim 2018 Çarşamba
7 Ekim 2018 Pazar
Hafıza Sarayı (Mind Palace) Nasıl Oluşturulur)
Hafıza Sarayı Nedir?
Hafıza Sarayı, Antik Roma’dan bu yana, inanılması güç hafıza özelliklerini elde etmek için kullanılan bir yöntemdir. 8 kez Dünya Hafıza Şampiyonu olan Dominic O’Brien, bu tekniği kullanarak 2808 adet iskambil kağıdını sırasıyla saymayı başarmıştır… bir kitabı baştan sona ezberlemek için de buna benzer teknikler kullanılır. İleri seviye Psikolojide kullanılan yöntemlerdendir. Hasta bilinçli veya biliçsiz kendi hafıza sarayına sokulur, çocukluğuna indirilir vesaire.
Hafıza Sarayı tekniklerini ya da bu tekniklerin varyasyonlarını kullanarak benzeri başarılara imza atmış sayısız örnek mevcuttur. Edebiyatta da bu tekniğe çeşitli göndermelerde bulunulmuştur. Thomas Harris’in Hannibal isimli romanında seri katil Hannibal Lecter, hasta kayıtlarını aklında tutabilmek için yıllara ait hatıralarını inanılmaz canlı görüntüler eşliğinde hafızasına kaydetmektedir.
Dominic O’Brien ya da Hannibal Lecter kadar üstün başarılara imza atmak zorunda değiliz elbette; ancak şundan emin olabiliriz ki Hafıza Sarayı yabancı dil öğrenirken, sınavlara hazırlanırken, sunum yaparken ve daha pek çok zihinsel aktiviteyi gerçekleştirirken son derece etkili bir tekniktir.
Hafıza Sarayı tekniği, daha önceden bildiğimiz yerleri iyi hatırlayabildiğimiz fikrine dayanır. “Hafıza Sarayı” ifadesi, çok iyi bildiğimiz ve kolaylıkla görselleştirebileceğimiz bir yer konusunda metafor olarak kullanılır. Hafıza Sarayı eviniz ya da işe giderken kullandığınız yol olabilir. Aşina olduğunuz bu yer, bilgiyi kaydedip gerekli gördüğünüzde kullanmak üzere oradan çıkaracağınız mekandır.
Hafıza Sarayı Nasıl Oluşturulur?
1- Mekanını (Sarayını) Seç
Öncelikle çok iyi bildiğiniz bir mekanı seçin. Bu mekanı ne kadar iyi tanıyorsanız ve görselleştirme yoluyla bu mekan içinde rahat gezeceğinize ne kadar eminseniz, bu tekniğin etkisi o kadar fazla olacak demektir. Zihninizin gözleriyle kolaylıkla her ayrıntısını görebileceğiniz bir yer olmalı. Bu kriterlere göre ilk akla gelen yer, evinizdir. Depolayacağınız bilgiler çok ise, çok zeki veya çok bilgili bir insan iseniz eğer, evinizi hafızanızda genişletebilir, ya da farklı odalar eklemek zorunda kalabilirsiniz. Çünkü her hatırayı ve bilgiyi bir eşya veya sembol ile ilişkilendireceksiniz ve düzenli bir sırayla dizeceksiniz.
Seçtiğiniz mekanın sadece statik bir görüntüsünü değil, farklı açılardan ve perspektiflerden görünümünü, mekanı çeşitli rotalarda gezdiğinizde nelerle karşılaştığınızı gözlerinizin önüne getiriyor olmanız gerek. Bu, tekniği güçlendirerek, hafızanıza aldığınız bilgileri belirli bir sırada hatırlamanızı kolaylaştırır.
Yaşadığınız şehirdeki meşhur ve işlek caddeler, işe ya da okula giderken kullandığınız sokaklar, şu anki ya da geçmiş yıllardaki okulunuzda sınıfınızdan kütüphaneye giderken izlediğiniz yol, iş yerinizde sizin masanızdan patronun odasına uzanan patika… Tüm bunlar Hafıza Sarayı’na örnek olabilir.
2- Ayırtedici Özellikleri Listele
Şimdi seçtiğiniz mekanın belirleyici özelliklerini belirleyip bunlara konsantre olma zamanı! Mesela, dışarıdan evinizin içine uzanan yolu seçtiyseniz, karşınıza çıkan ilk şey muhtemelen sokak kapısı olacaktır. Devam edin ve sırasıyla neler gördüğünüzü inceleyin. İlk odada neler var mesela? Odayı metodik olarak analiz edin, örneğin soldan sağa, sırasıyla objeleri gözden geçirin. Dikkatinizi çeken bir şey var mı? Oturma odasındaki orta sehpa ya da duvardaki güzel bir tablo olabilir. Bu işlem süresince zihinsel notlar tutun. Bunlar daha sonra bilgi parçalarını depo etme konusunda size yardımcı olacak olan “Hafıza Odacıklarıdır”.
3- Mekanını Zihnine Yerleştir
Tekniğin %100 etkili olması için mekanı olabildiğince her detayıyla zihninize yerleştirmeye çalışın. Eğer görsel yetenekleri gelişmiş bir insansanız, bunda zorlanmayacağınızı söyleyebiliriz. Değilseniz işte size birkaç ipucu:
- Mekanı, detayları sesli şekilde tekrarlayarak gezin.
- Önemli noktaları bir kağıda yazın, bu noktaları gözünüzün önünde canlandırarak yüksek sesle tekrar edin.
- Aklınızda tutmaya çalıştığınız ayrıntılara hep aynı açıdan bakın.
Mekanı zihninize yerleştirdiğinizden emin olduğunuzda Hafıza Sarayınız kullanıma hazır demektir.
4- İlişkilendir
Şimdi sarayınızın kralı/kraliçesi sizsiniz! Onu istediğiniz gibi kullanabilirsiniz. Hafıza Sarayı tekniği görsel ilişkilendirme yoluyla kullanılır. Süreç son derece basit: Mekandaki bir imajı ele alın. Bu sizin “Hafıza Çiviniz” olacak. Bu imajı, hafızanıza almak istediğiniz şeyle ilişkilendirin. Her “Hafıza Çivisi” Hafıza Sarayımızın ayırt edici bir özelliğidir.
Görsel ilişkilendirme yapmanın yöntemleri vardır: Çılgınlaştır, renklendir, garip-olağandışı hale sok, tersyüz et… Bu özelliklere sahip şeyler daha kolay hatırlanır, öyle değil mi? Hafıza Sarayınız olan mekanı gerçek hayatta eşi benzeri olmayacak denli özgün ve özel kılmaya çalışın.
İsterseniz size örnek olması amacıyla basit bir bilgiyi hafızamıza yerleştirmeyi deneyelim. Mesela alışveriş listesi… İlk malzememiz domates olsun. Zihinsel olarak kendinizi Hafıza Sarayınız olan mekana transfer edin ve giriş kapınızı gözünüzün önüne getirin. Şimdi domates ile giriş kapısını ilişkilendirin. Örneğin kapı koluna asılmış kıpkırmızı domateslerin olduğu bir fileyi hayal edin ve taze domateslerin mis gibi kokusunu hissedin. Domateslerle giriş kapısını ilişkilendirdiğinize emin olduktan sonra yürümeye devam edin. Önceden zihninize kaydettiğiniz sıradaki obje ile listenizdeki bir başka malzemeyi ilişkilendirin.
Örneğin, karşınıza çıkan ilk odadaki evlilik fotoğrafınızla yumurtayı özdeşleştirebilirsiniz. Gelinin elinde tuttuğu kocaman çiçek demetinin içinde yumurtaların olduğunu hayal edebilirsiniz. Bunlar sadece benim sunduğum örnekler. Farklı ilişkilendirmeler yapmak sizin hayal gücünüze kalmış. Bu yöntemi kullanarak listenizdeki diğer malzemeleri de sırasıyla Hafıza Sarayınıza yerleştirebilirsiniz.
Mesela bir arkadaşınızın doğumgününü hatırlayacaksanız, örneğin doğumgünü 19 Haziran ise, 19 Haziran, sizin sokağınızın ismi veya kapı numaranız, zil üstündeki adınız olsun. Sadece Hafıza Sarayı’na girdiğinizde değil, gerçek hayatta da evinize girerken, sokağınızdan geçerken bu bilgi aklınıza gelecektir ve zamanla ister istemez etiketlediğiniz her bilgi kendini size hatırlatacaktır.
5- Sarayını Ziyaret Et
Bu aşamada tekniğe alışmak için Hafıza Sarayınızda baştan sona bir gezi yapacaksınız. Tabi ki zihninizde…
Bu aşamada tekniğe alışmak için Hafıza Sarayınızda baştan sona bir gezi yapacaksınız. Tabi ki zihninizde…
Sarayınızdaki objeleri sırasıyla gözünüzün önüne getirdiğinizde, hatırlamak istediğiniz ve bu objelerle ilişkilendirdiğiniz bilgiler de aynı sırayla aklınıza gelecektir. Son objeye geldiğinizde geri dönün ve bu kez de hatırlamak istediklerinizi sondan başa saymaya çalışın. Ne kadar çok pratik yaparsanız ustalaşmanız ve hatırlayışınız o kadar kolay olacaktır.
Kaynakça
Luciana Passuelloon,
Melik Duyar — Mega Hafıza
www.cikarimyapmabilimi.com
www.hafizasarayi.org
www.gencgelisim.com
Arthur Donan Coyle — Sherlock Holmes (Kitap Serisi)
Thomas Harris- Hannibal
Melik Duyar — Mega Hafıza
www.cikarimyapmabilimi.com
www.hafizasarayi.org
www.gencgelisim.com
Arthur Donan Coyle — Sherlock Holmes (Kitap Serisi)
Thomas Harris- Hannibal
İçgüdünün Diğer Nesillere DNA ile Aktarılması (Kişiliğinizin Temeli)
Bu yazıda, İçgüdülerimizin, bilinçaltımızdaki kayıtlı bir çok şeyin, hoşumuza giden ve korktuğumuz bir çok şeyin, yani karakterimizi oluşturan özelliklerin büyük bir kısmının bize önceki atalarımızdan DNA yolu ile nasıl aktarıldığı konusunu ele alacağız. Neden bazı şeyleri otomatik olarak yapıyor, korkuyor veya seviyoruz? Bilimsel olarak bakarsak; bu yazıda da göreceğiniz gibi daha önceden yaşamış olan atalarımızdan bize geçmiş olan genetik bir çok şey, bizim kimliğimizi oluşturuyor. Bazı dini inançlar ise buna, “Önceki hayatlarınızdan kalma kaydolmuş anılar ve travmalar.” diyor..
Bütün canlılar için biyolojik olarak 2 amaç vardır: hayatta kalmak ve üremek. İnsan için bu durum biraz daha karmaşık. Çünkü hayatta kalma yolumuz diğer canlılara göre daha farklı. Sadece beslenmek ve üremek yetmiyor bize. Ancak bu konuyu başka bir yazımda aktarmıştım zaten. Kısacası bu, hiç de kolay bir görev değildir, birçok yazımda değindiğim seçilim mekanizmalarına karşı mücadele etmeyi gerektirir. Üstelik doğanın şartlarından ötürü, bu mücadele, en az enerji harcayacak şekilde yapılmalıdır (bkz: trade-off ilkesi). İşte bu yüzden, genler canlıların davranışlarında belirleyici bir rol üstlenmektedir.
Bir davranışı genetik taban ile sınırlandırmanın artıları ve eksileri vardır.
En büyük artısı, enerji bakımından çok ciddi bir fayda sağlamasıdır, çünkü ne olursa olsun o davranışın sergilenmesi hedeflenir. En büyük eksisi ise, alışık olunmayan ya da seçilim süreci boyunca genlerin tepki vermek üzere özelleşmediği durumlarda, canlıya dezavantaj sağlayabilecek davranışların uygulanmasıdır. Yani içgüdüsel davranışlar, sabittirler ve çevreden çok az etkilenmeye meyillidirler.
Evrimsel süreç, buna da bir çözüm bulabilmiştir. Farklı durumlarda farklı içgüdüsel davranışlar sergileme yoluna gidilmiş, böylece farklı durumlar karşısında en doğru tepkiyi verebilenlerin hayatta kalmasıyla, ortama en adaptif durumlara ulaşılabilmiştir. Fakat bu yazı bir evrim yazısı olmadığı için bu konulara çok girmeyeceğim. Biyoloji okuyan arkadaşlar o yüzden “aa bundan niye bahsetmedin?“ diye sorabilirler. Sormadan söylemiş olayım.
İçgüdüsel davranışlar dendiğinde, akla sadece otomatiğe bağlanmış davranışlar gelmemelidir. Çünkü içgüdüsel davranışların tetikleyicisi kimi zaman algısal/düşünsel zeka olabilir. Yani bir canlı, algısal zekasını kullanarak bir karara varabilir ve bu kararın sonucu, içgüdüsel bir davranış olabilir. Tam da mantıklı olacak şekilde, içgüdüsel davranışların büyük bir kısmının, düşünsel zeka ile tetiklendiği keşfedilmiştir. Meşhur bir örnek olarak, yumurtadan çıkan Caretta caretta türü kaplumbağaların denize gitme içgüdüsü verilebilir. Bu içgüdü, evrimsel süreçte kazanılmıştır. Ancak bu içgüdünün tetikleyicisi, her içgüdüsel durumda olduğu gibi, duyu organlarından alınan bilginin biyokimyasal süreçlerle işlenmesi sonucu üretilen tepkidir.
Yukarıda bahsettiğim İnsan ve Hayvan zekası arasındaki fark hakkında beyin denen organımız hakkında ilginç bilgileri kaleme aldığım ayrıntılı başka bir yazı için bkz: Buraya tıklayınız.
Ayrıca beynimiz, loblarımız ve bizi insan yapan şeyler hakkında daha ayrıntılı ikinci bir yazı içinse bkz: Buraya tıklayınız.
İçgüdülere dönersek… Kimi zaman içgüdüler düşünsel zekaya dayalı olmadan, çevresel faktörlerle tetiklenmektedir. Örneğin bazı martı türlerinin dişilerinin yetişkinlerinin gagalarında kırmızı bir nokta bulunur. Yavrular, bu noktayı gagalarlar (ki bu içgüdüsel bir davranıştır ve genlerle belirlenir) ve bu gagalama, annenin beynini uyararak midesinde sakladığı yiyecekleri dışarı çıkarmasına (kusmasına) ve yavrusuna yedirmesine yarar. Yavrular, bu gagalamayı düşünerek yapmazlar, beyinlerindeki biyokimyasal tepkimeler, kırmızı noktayı gördükleri anda bu şekilde bir davranış göstermesine sebep olur (kırmızı noktayı görmekten kaynaklanan sinirsel bilgiler, beyni tetikler ve buna göre bir davranış oluşturacak şekilde genler okunur). Yapılan deneylerde, anne gagası olmamasına rağmen, herhangi bir cismin üzerindeki benzer kırmızı noktaları da gagaladıkları ortaya çıkarılmıştır.
Atlanta’daki Emory Tıp Fakültesi’nde yapılan bir araştırma, DNA’da oluşan kimyasal değişimler yolu ile bazı bilgilerin biyolojik olarak aktarılabilmesinin imkanı olduğunu göstermektedir. Yapılan testler süresince denek olarak kullanılan fareler bir sonraki nesle, edindikleri travmatik ya da stresli deneyimlerini aktardıklarını göstermiştir.
Dolayısıyla her içgüdünün arkasında fizyolojik bir sebep vardır ve bu sebep, deneysel metotlarla ortaya çıkarılabilir.
İçgüdüler, genel olarak karşımıza Sabit Hareket Desenleri (Fixed Action Pattern) olarak çıkmaktadır. Sabit Hareket Desenleri, belirli durumlar karşısında gösterilen belirli davranışlar zinciridir. Bu, içgüdünün bir diğer tanımı olarak görülebilir. Örneğin kuşların çiftleşme mevsimlerinde yaptıkları danslar, her zaman aynı şekilde yapılmaktadır ve tamamen sabit hareketler zinciri şeklindedir. İşte bu bir Sabit Hareket Deseni’dir ve bu hareketlerin oluş sırası, genetik kaynaklarla belirlenmektedir. Bunun getirdiği avantaj, yukarıda belirttiğimiz gibi tek bir genetik materyal üzerinden, biyolojik amaçlardan biri olan üremenin başarısının maksimuma çıkarılabilmesidir. Dediğim gibi, bunlar Evrim Mekanizmaları’na tabi davranışlardır; örneğin dişilerin en beğendiği hareketler zincirine sahip bireyler avantajlı olacaklardır.
İşte bu mekanizmalar sonucunda içgüdüler popülasyon içerisinde sabitlenirler ve yavruların büyük bir kısmı doğuştan itibaren bazı davranışları sabit olarak gösterirken, yetişkinlerin de büyük bir kısmı ömürleri boyunca farklı durumlar karşısında farklı sabit davranışları gösterebilmektedir. Çevre koşulları sabit tutulduğu sürece, bu davranışı sergileyemeyenler eleneceği için, canlıya avantaj sağlayan içgüdülerin, daha doğrusu bu içgüdülere sebep olan genetik materyalin seçilimi, Evrim’e sebep olmaktadır.
Yapılan deneylerden birinde, örnek vermek gerekirse, denek olarak kullanılan farelere ne zaman gül kokusu koklatılsa, hemen sonrasında şok verilerek acı çektirilir. Bu birkaç kez tekrar edildikten sonra, fareler artık otomatik olarak ne zaman gül kokusu alsalar, şok verilmese bile korkmaya ve kaçışmaya başlarlar. Çünkü acı çekeceklerini düşünürler. Bu kabul edilebilir, ancak bu deneylerin sonunda görüldü ki, bu farelerden doğan yeri fareler, onlara hiç gül kokusu koklatılıp şok verilmediği halde, gül kokusu kokladıkları zaman korkmaya ve paniklemeye başlamıştır.
Bu çok basitçe, atadan gelen bir çok şeyin sizin bünyenize kazındığını ve hareketlerinizde etkili olduğunu gösterir. Tabii ki ben bu alışkanlık ve korkunun sadece bir nesilde değil, yıllarca tekrarlanan bir deney sonucu doğan bilmem kaçıncı nesilde kendini göstermeye başladığını da belirtmek durumundayım. Yoksa işler öyle tek seferde gelişiyor olsaydı her doğumda farklı adaptasyonlar görmemiz gerekirdi.
Emory Üniversitesi Psikiyatri Bölümü’nden Dr.Brian Dias’a göre;
“Dönüşümsel bakış açısından, bizim sonuçlarımız ebeveynlerin deneyimlerinin, sonradan gelen nesillerin, hatta hamile kalmadan önce, sinir sistemlerindeki hem yapıyı hem de fonksiyonlu önemli derecede etkilediğini anlamamızı sağlıyor. Bunun gibi bir fenomen, fobiler, endişe, ve post-travmatik stress bozuklukları gibi nöropsikiyatrik rahatsızlıkların etiyoloji-nedenbilim ve potansiyel aktarım riskine katkıda bulunabilir.”
Bu deneyimlerin beyinden genoma bir şekilde aktarıldığı, ve daha sonraki nesillere geçtiği gözükmektedir.
Araştırmacılar, daha ilerki çalışmalarında öncellikle DNA’daki bilginin nasıl depolandığını anlamaya yer vermeyi umut ediyorlar.
Londra Üniversitesi’nden çocuk genetisyeni Profesör Marcus Pembrey, bu çalışmanın hafızanın biyolojik aktarımı için inandırıcı bir kanıt sunduğunu ifade ediyor ve şunu ekliyor: “ Bu çalışma, fobiler, endişe, post travmatik stres bozuklukları ve ataların deneyimlerin yer aldığı hafızasının bir sonraki nesile aktarılması ile oldukça ilgili bünyesel ve esaslı bir korkunçluğa işaret ediyor ve şunları söylüyor:
“Halk sağlığı araştırmacılarının insan kuşaklararası tepkileri ciddiye almalarının tam zamanı. Genel anlamada çok kuşaklı, çok aşamalı yaklaşım olmadan nöropsikiyatrik rahatsızlıkları ya da obeziteyi, şeker hastalığını ve metabolik bozuklukları anlayamayacağımızı düşünüyorum.”
Cambridge Babraham Enstitüsü’nden Epigenetik Bölüm Başkanı Profesör Wolf Reik, bunun gibi sonuçların insanlara uygulanması için daha ileri çalışmalar yapılması gerektiğini şu şekilde ifade ediyor:
“Epigenetiğin aracılık ettiği kuşaklararası mirasın mevcut olduğunu gösteren bu tarz sonuçlar ümit verici ve heveslendiricidir. Ancak, bu bulguların insanlar üzerindeki etkisini ortaya koymak için daha dikkatli mekaniksel hayvan model çalışmaları yapılmalıdır. Bizim bulgularımız davranışsal, nöroanatomiksel ve epigenetik seviyede çevresel bilginin nasıl kuşaklararası aktarıldığını işaret eden bir çatı oluşturuyor.”
DNA, atalarımızdan bize aktarılan genlerdeki sipiritüel ve mistik hafızayı taşıyor olabilir mi? Sipiritüel evrim genetik dizim içerisinde bozulup, bir sonraki nesle taşınıyor mu? İşte, bu sorulara cevap verecek bilimsel bir taslağa artık sahibiz.
Tüm bunlar ele alındığında, insanın diğer hayvanlardan hiçbir farkı olmadığı kolayca görülebilir. (İdrak kabiliyeti ve şahıslık olgusu hariç bırakılırsa) Her hayvanın davranışları, içgüdüler ile düşünsel zekaya dayalı davranışların bir karışımıdır. Canlılar, öğrenirler, hatırlarlar, bilirler ve uygularlar. Bunu, zekaları dahilinde yaparlar. İnsan, bu konuda diğer canlılardan birkaç adım öndedir. Bu da ona birçok avantaj sağlamaktadır (ki bu yüzden Evrim Mekanizmaları tarafından desteklenmiştir). Bu evrimin yan etkilerinden biri, davranışlardaki karmaşıklaşmadır. Ancak Evrimsel Biyoloji ve davranış bilimleri sayesinde, hayvanların davranışları çözüldükçe, insanların karmaşık davranışlarının kökenleri ortaya çıkarılabilmekte ve bilim kararlı adımlarla gerçeklerin üzerine yürümeye devam edebilmektedir.
Peki ya bilimin çok ilerlediğini, ve bir gün bir kişinin hatıralarına kadar bir çok şeyi bilinçli olarak aktardığınızı düşünseniz? bu tabiki size bilimkurgu gibi gelecektir ama eğer ileride fiziksel açıdan gelişmiş bir robot yaparsak, ve bu robota yapay bir beyin eklersek (Ki bu konuda çalışmalar sürmektedir.
Bkz: Yapay Beyin Yaratma Projesi) ve ona içgüdüler eklersek sizce neler olur?
NOT: Bu yazı ve diğer yazılarım benden özel izin alınmadan ve kaynak belirtilmeden hiçbir ortamda kullanılamaz, kopyalanamaz, çoğaltılamaz ve paylaşılamaz. Benden özel izin almadan ve kaynak belirtmeden kullandığınız taktirde hakkınızda yasal işlem başlatılacaktır.
Kaynakça
Kaynaklar : http://www.spiritscienceandmetaphysics.com/scientists-have-found-that-memories-can-be-passed-down-through-generations-in-our-genes/
Okyanusum.com, evrimağacı,
Okyanusum.com, evrimağacı,
Yapay Beyin Yaratma Projesi (Yapay Zeka ve Frankenstein Deneyi)
Beynin, biz insanların şimdiye kadar karşılaştığı en karmaşık organ/yapı olduğu düşünülüyor ve işin komik yani, bu karmaşıklığı düşünürken yine aynı beyni kullanılıyoruz. Bu kısır döngünün içinden çıkabilmenin bir yolu insan beynini silikon tabanlı bir ortamda simüle etmek olabilir, böylece bu yapıya dışarıdan bakabilir, nasıl çalıştığına dair yeni fikirler ortaya atabiliriz. Tabi bir beynin (ya da şimdilik bir kısmının) simülasyonunu yaratmak için tek sebep bu değil: Acaba böylesi bir simülasyon, doğru şekilde yapıldığında, bilinçli ya da yarı-bilinçli (yarı: quasi anlamında) bir “şey“in yaratımına önayak olabilir mi? Bu soruları artık daha sık duymaya başlayabiliriz, çünkü bir farenin beyninin bir kısmı BlueGene L süperbilgisayarında modellenmiş bulunuyor.
Ayrıca yapay beyini bir kenara bırakıp şuan doğal ve evrimsel süreçlerle gelişmiş olan kendi beynimizle alakalı bilgi edinmek isterseniz bkz:
Nevada Üniversitesi’nde konuşlanmış bilim insanlarının yaptığı bu araştırmada yaklaşık olarak 8 milyon sinir hücresi, 6300 kadar da sinaps, gerçek bir fare beyninde 1 saniyeye denk gelecek kadar süre boyunca (gerçekte 10 saniye sürmüş) simüle edilmiş. Araştırmacılar gerçek bir beyinde gördükleri fiziksel durumların bazılarını gözlediklerini bildirmişler.
8 milyon sinir hücresi, ortalama bir fare beyninde bulunan hücre sayısının yaklaşık olarak yarısı ve buna ek olarak her bir hücrenin 8 bine kadar sinaps yaptığı biliniyor. Ayrıca, beyin sadece bir hücre kümesi değil, kendi içinde yapısal farklılıkları bulunan, 3-boyutlu bir organ. Ancak araştırmacılar da bunun farkında ve gelecekte daha iyi deneyler yapmak için laboratuvarlarına çoktan dönmüş durumdalar.
Doğal olarak, bir de şunu soruyoruz: acaba bir insan beyni de simüle edilebilir mi? Ve öğreniyoruz ki EPFL (Ecole Polytechnique Federale de Lausanne) ve IBM çoktan bu iş için bir işbirliği içine girmişler ve Blue Brain Project’i hayata geçirmişler. Bu projenin de çok iyi gittiğini okuyor ve heyecanlanıyoruz.
Mavi Beyin Projesine Giriş: Sayısal Kedi Beyni
Bilim insanları 144 terabaytlık RAM kullanarak kedinin 1 milyar nöron ve 10 trilyon sinapstan oluşan beyin zarının benzetimini yapmayı başardılar. Kedilerin kendini beğenmişlikleri hâlâ bir sır perdesi olarak duruyor ama bilim insanları 144 terabaytlık işleyen belleği sayısal kedi beynine çevirebilecek bir süper bilgisayarla kedi beyninin benzetimini yaparak bu sır perdesini aralayabilir.
IBM ve Stanford Üniversitesi’nden araştırmacılar, bir kedinin beyin zarını “Mavi Gen” (Blue Gene) isimli dünyanın en güçlü dördüncü süper bilgisayarını kullanarak modellediler. Bu araştırmacılar 2007′de fare beyninin tümünü ve yıl içinde de insan beyin zarının %1'inin benzetmelerini yapmışlardı.
Sayısal kedi beyni, gerçek kedi beyninden yaklaşık 100 kat daha yavaş çalışıyor. Fakat “Mavi Madde” (Blue Matter) adını verdikleri yeni bir algoritma sayesinde IBM araştırmacıları, insan beynindeki zar ve zarın altındaki bağlantıların şemasını çıkarabildiler. Bu bilgilerin ışığında 1 milyon beyin hücresi ve 10 trilyon nöron arasındaki bağ olan sinapslardan oluşan kedi beyin zarının benzetimini yaptılar.
İsviçreli bilim insanlarından oluşan başka bir grup da IBM’in süper bilgisayarını kendi projeleri olan sayısal fare beyninin nöronlarının kendi kendine nörolojik özellikler edinmeye başladığı “Mavi Beyin Projesi” için kullandılar. Grup, yakında insan beynini de taklit edebilmeyi umuyor.
Stanford Üniversitesi’nden diğer bir özgün adım ise insan beyninin darmadağınık, düzensiz yapısını “Neurogrid”dedikleri ufak bir aletle oluşturmaya çalışmalarıyla atılıyor. Neurogrid, alışılmış süper bilgisayarların aksine insan beyninin kullandığı kadar az enerjiyle çalışabilecek.
Yapay Beyin Projesi Ne Zamana Kadar Tamamlanabilir?
Teknolojinin hızına erişmek mümkün değil. Daha 20 yıl öncesinde bugünkü cihazların pek çoğu hayatımızda yokken, bugün hepsi günlük yaşamın vazgeçilmezleri arasına girdiler. Teknolojinin hızının katlanarak artması her yeni haberde şaşırmamıza neden oluyor. Markram, yapay bir şekilde üretilmiş insan beyni için sadece 10 yıl gerektiğini açıklamıştı. (Bu açıklama 2008'deydi. Yani bu yıl içerisinde bu projeyi bitirebilmeleri gerekiyor)
Oxford’daki teknoloji konferansında bir araya gelen bilim insanları onun açıklamalarıyla şaşkına dönmüştü. Doktorluktan bilgisayar mühendisliğine geçen profesör Henry Markram, ekibinin 2018 yılına kadar dünyanın ilk bilinçli yapay zekasını hayata geçireceğini iddia etmişti ve şimdi ekibiyle birlikte bunun için çalışıyor.
Bilinçli ve zeki bir yapay beyin oluşturmayı amaçladıklarını söyleyen Markram, bu beynin düşünebilecek, hissedebilecek ve aşık bile olabileceğini söylüyor. Bunları ne kadar başarabilirler orası şüpheli, ancak, en azından böyle bir şeyi denemeleri bile bilim dünyası için çok önemli.
Bu Projeye Mavi Beyin (Blue Brain) adı verilmesinin nedeni, IBM’in gelişmiş karmaşık bilgisayarlarının takma adının Büyük Mavi (Big Blue) olması. Çünkü bir farenin beyninin bir bölümü, bunlardan biri olan BlueGene/ L süperbilgisayarında modellenmiş bulunuyor.
“Gerçek Frankenstein deneyi” diye nitelenen, “Mavi beyin” adlı proje için Prof. Markram, şunları söylemişti:
“2018 yılına kadar bilinçli ve zeki yapay beyin yaratmayı amaçlıyoruz. Yaratacağımız beyin, düşünecek, hissedecek ve hatta aşık olacak. Projemize daha şimdiden karşı çıkılıyor ancak bu proje sayesinde insanın öğrenme yetisinin ve zekasının gelişeceği göz ardı edilmemeli.”
Size başka bir yazımda “İçgüdünün Dna İle Aktarılması” konusunu anlatmıştım. (Bkz: Buraya tıklayın) Başka bir yazımda ise hafızanın, beynin belli kayıtlarının aktarılabileceğinden bahsedeceğim.
Daha daha başka bir yazımda ise klonlamalardan bahsedeceğim. (Klonlama ile ilgili yazıyı çoktan paylaştım. Bkz: Buradan ulaşabilirsiniz.) Sanırım nereye doğru gittiğimizi anladınız…
Başlangıçta “Mavi beyin” projesinin önündeki en büyük engel, finansal kaynaktı. Ancak İsviçre hükümeti ve IBM şirketi bu çalışmaya destek verdi. Prof. Markram’ın hesabına, milyonlarca Euro adeta aktı. Prof. Markram, “Hedefimize ulaşacağımıza inanıyorum. Bu gerçekleştiğinde, akıllı yapay beyin özellikle tıbbi araştırmalarda kullanılacak” şeklinde iddialı konuşuyordu. Bakalım ne olacak? Eğer bu başarılabilirse kanser, tümör ve birçok hastalığa çareyi bu yapay beyin üzerinden deneme-yanılma yoluyla bulabilirler. Ancak eğer bu yaratılan beyin gerçekten de bir insan kadar “bilinçli” olursa, işte o zaman ahlaki sıkıntılar doğacak ve büyük bir protestoyla karşılaşacağız, şüphesiz.
Şu anda başarılı bir şekilde bir fare beyninin elementlerinin simüle edildiğini açıklayan Markram, işi büyütüp insan beyni üretmek için çok beklememiz gerekmeyeceğini iddia etmişti. Aslında vakit çoktan gelmiş olmalı. Profesör Markram, üretilecek olan sentetik insan beyninin özellikle zihinsel sorunları anlamak konusunda büyük bir aşama olacağını da sözlerini ekledi. Fakat bu konuyla ilgili en büyük sorun Mavi Beyin Projesi olarak adlandırılan çalışmanın gerektirdiği büyük alt yapı. Yapay insan beyninin her bir nöronun ayrı bir bilgisayar tarafından incelenmesi gerektiğini ve bu da çok ciddi bir bilgisayar ağı ihtiyacını ortaya çıkardığını söyledi.
Markham’ın modeli elektronik olarak gerçek bir beynin biyolojik davranışlarını yansıtacak. “Beynin mikrodevresini üretmeyi başardık“ diye konuşan Markham, “Bundan sonra yapacağımız tek şey bu modelin ölçeğini büyütmek“ diyor.
Markram’ın ‘Blue Brain’ (Mavi Beyin) projesi, bilim tarihindeki en olağanüstü çabalardan biri. 47 yaşındaki Güney Afrikalı İsrailli profesör başarılı olursa, bu, ilk kez Mary Shelley’in kaleme aldığı ‘Frankenstein’ romanında hayal edilmiş olan asırlık fantezinin hayata geçirilmesinin eşiğinde olduğumuz anlamına geliyor. Ne ilginç bir tesadüf ki, Frankenstein romanı da halihazırda bu bilimsel uğraşın gerçekleştiği yerin birkaç kilometre uzağında kaleme alınmıştı.
Deneyin başarıya ulaşması halinde felsefi, ahlaki ve etik tartışmaları patlak vermesi ve bu durumun tüm insanları, insanlığın gerçekten ne anlama geldiğiyle yüzleşmek zorunda bırakması bekleniyor.
Markram, “2018’e kadar bunu yapacağız. Çok paraya ihtiyacımız var, ama bunu ayarlıyorum. Dünyada benim kullandığım kaynaklara sahip olan az sayıda bilim insanı var” demişti. Kaçınılmaz olarak Markram’ın yapmaya çalıştığı şeye kuşkuyla bakanlar da var. Ama eleştirenler bile genel olarak Markram’ın bir şey üzerinde çalıştığını ve en önemlisi bunun için kaynağa sahip olduğunu biliyor. Markram’ın Lozan’daki Ecole Polytechnique’teki Brain Mind Enstitüsünde bulunan laboratuvarına on milyonlarca euro’luk fon aktı bile. Sponsorlar arasında İsviçre hükümeti, AB ve bilgisayar devi IBM’in de aralarında bulunduğu özel şirketler bulunuyor.
Markram, yaratmaya çalıştığı yapay zekanın insan beyninin seviyesine ulaşacağında ısrarlı. Ancak dediğinde göre amacı sayısız bilim kurgu filminde gösterilen sadık hizmetkar robotlar yaratmak falan değil. Gerçek robotlara bilgisayarlar aracılığıyla yürüme ve konuşma gibi niteliklerin kazandırabileceğini belirten profesör, son tahlilde bunların bulaşık makinesinden daha zeki olmayacağını belirtiyor ve bu oyuncakları ‘arkaik’ diye niteliyor. Markram, bunun yerine, gerçek bir insan ya da en azından gerçek bir insanın en önemli ve en karmaşık parçası olan zihni olmasını umduğu bir şeyi yaratmaya çalışıyor. Bir beynin yaptıklarını kopya etmeye çalışmak yerine biyolojik olarak beynin kendisiyle işe başlıyor.
Uygulanan Yöntem Nedir?
Beynimiz nöron adı verilen sinir hücreleriyle dolu. Bunlar miniskül elektriksel impulsları kullanarak birbirleriyle iletişim kuruyor. Projede kadavra üzerinde karmaşık kesim işlemlerinin gerçekleştirilmesi suretiyle beyindeki bu sinir hücrelerinin bağlantılarının anlaşılması ve bir bilgisayarda hayata geçirilmesi amaçlanıyor. Yani beynin işlemlerinin kopyasının veritabanı olarak bilgisayara aktarılması planlanıyor.
Proje, ‘gerçek bir beyin modeli yapılırsa, bu modelin gerçek bir beyin gibi hareket etmeye başlaması sağlanabilir‘ düşüncesine dayanıyor. Markram bunun için korkunç bir işkence aletine benzeyen bir makine kullanıyor. Bu makineyle ölü fareye ait beynin en ince parçalarına ayrılması sağlanıyor. Daha sonra bu bağlantıların haritası çıkarılıyor ve bunlar bir bilgisayar kodu haline getiriliyor.
Bu proje başarıya ulaşır mı bilinmez, ama başarıya ulaşması durumunda bilim dünyasında bir çığır açacağı muhakkak. Blue Brain ekibi başarılı olursa, bilim adamları ilk kez insan beyninin anlamlı fiziksel bir modeline sahip olacaklar. Bu aşamada şu soruya yanıt aranacak: “Beynin tüm işlevlerine sahip sanal bir beyin kendi düşüncelerini yaratacak yeteneğe sahip olabilecek mi?”.
Markham bu konuda henüz kesin bir şey söyleyemiyor. Ancak Blue Brain’in kendi kararlarını vermesini bekliyor. Bunun da “bilinç“in yaratılması anlamına geldiğine işaret eden Markham, “Tüm beyni inşa ettiğimiz zaman, eğer bilinç ortaya çıkarsa, bilinci sistematik olarak inceleme şansını elde edeceğiz“ diyor.
Projeyi yürüten doktorlardan Henry Makram’ın geliştirdiği bir yapay beyin ilk olarak robot farelere takılmış ve robot farelerde normal farelere benzer tepkiler görülmüştü.
Markram, İngiltere’nin Oxford kentinde düzenlenen bir konferansta yaptığı konuşmada sentetik insan beyninin özellikle akıl hastalıklarının tedavisinde kullanılabileceğini söyledi. Ayrıca dünyada yaklaşık iki milyar kişinin beyninde bir tür sorun olduğuna da dikkat çekti. Mavi Beyin Projesi memelilerin beynine ters mühendislik tekniğini uygulamayı amaçlıyor. Markram ve ekibi çalışmalarını özellikle memelilerin beyninde neokorteks olarak bilinen ve işitme ve görmeye ait olan bölge üzerinde yoğunlaştırıyor.
Bu proje başarıya ulaştığı takdirde, insanlar kendi elleriyle bir “şey” yaratmış olacaklar. Buna din adamları ve dünya ne gözle bakacak bilinmez ancak, bilim açısından çok büyük bir gelişme olacağı açık. Klonlama deneyleri, zihin transferi deneyleri, içgüdü kodlama deneyleri, yapay beyin projeleri, çok işlevli robot tasarlama yolunda atılan adımlar bize sanırım bu yüzyıl içerisinde bilimkurgu filmlerinde gördüğümüz türden bir varlık ile karşı karşıya getirebilir. Bahsettiğim ve henüz bahsetmediğim bir çok araştırma ve proje hakkında paylaşımlara devam edeceğim, takipte kalın.
Keyifli okumalar..
NOT: Bu yazı ve diğer yazılarım benden özel izin alınmadan ve kaynak belirtilmeden hiçbir ortamda kullanılamaz, kopyalanamaz, çoğaltılamaz ve paylaşılamaz. Benden özel izin almadan ve kaynak belirtmeden kullandığınız taktirde hakkınızda yasal işlem başlatılacaktır.
Kaynaklar
www.hafif.org/yazi/mavi-beyin-projesi
www.populergazete.com/10922/sayisal-kedi-beyni-gelistirildi/
www.frmtr.com/guncel-teknoloji-haberleri-ve-incelemeleri/2933021-yapay-beyin-cok-yakinda.html
www.gazeteport.com.tr/DUNYA/NEWS/GP_611896
teknodergi.org/etiketler/mavi-beyin
Dr. Yalçın Güran, “Mavi Beyin Projesi ya da Yapay Zeka Konusuna Giriş?!…”, www.yalcinguran.com/2010/01/mavi-beyin-projesi-ya-da-yapay-zeka.html
Hürriyet Avrupa, “Yapay beyin 2018’de”, 4 Ocak 2010, www.hurriyet.de/haberler/dunya/473666/yapay-beyin-de
www.netciforum.com/teknoloji-haberleri/40883-yapay-beyin.html
www.cnnturk.com/2009/bilim.teknoloji/bilim/07/25/fare.beyni.tamam.insan.beyni.10.yil.sonra/536441.0/index.html
Baki Günay, “Melekler ve Şeytanlar, Kayıp Sembol”, www.netpano.com/newsdetail.asp?NewsID=3917
Elisabeth Pain, “Leading the Blue Brain Project”, October 06, 2006, sciencecareers.sciencemag.org/
www.populergazete.com/10922/sayisal-kedi-beyni-gelistirildi/
www.frmtr.com/guncel-teknoloji-haberleri-ve-incelemeleri/2933021-yapay-beyin-cok-yakinda.html
www.gazeteport.com.tr/DUNYA/NEWS/GP_611896
teknodergi.org/etiketler/mavi-beyin
Dr. Yalçın Güran, “Mavi Beyin Projesi ya da Yapay Zeka Konusuna Giriş?!…”, www.yalcinguran.com/2010/01/mavi-beyin-projesi-ya-da-yapay-zeka.html
Hürriyet Avrupa, “Yapay beyin 2018’de”, 4 Ocak 2010, www.hurriyet.de/haberler/dunya/473666/yapay-beyin-de
www.netciforum.com/teknoloji-haberleri/40883-yapay-beyin.html
www.cnnturk.com/2009/bilim.teknoloji/bilim/07/25/fare.beyni.tamam.insan.beyni.10.yil.sonra/536441.0/index.html
Baki Günay, “Melekler ve Şeytanlar, Kayıp Sembol”, www.netpano.com/newsdetail.asp?NewsID=3917
Elisabeth Pain, “Leading the Blue Brain Project”, October 06, 2006, sciencecareers.sciencemag.org/
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)