7 Ekim 2018 Pazar

İnsan ve Hayvan Klonlama Deneyleri Üzerine

Merhaba, günümüzde yapay zeka, yeni bir bilinç oluşturmak, özgür irade’nin derinlerine inmek gibi gündemde tartışılan bir diğer konu ise klonlama işlemidir. Yani, diğer bir deyişle; kopyalamak. Peki, neyi kopyalayacağız? Bugüne kadar neleri kopyalamakla uğraştık? İşte bu soruların cevabını yazının içinde verdim. Bunun yanında birtakım deney ve araştırmalar üzerine hazırlamış olduğum diğer yazılarımı da(konuyla alakalı olanları) aralara link olarak ekleyeceğim. Öyleyse başlayalım:

Klonlama İşlemi Nedir?

Bu kısmı sadece teknik bilgiler ve terimlere ayırdım diyebiliriz. Klonlamak nedir, nasıl yapılır, klonlama teknikleri nasıl geliştirildi ve hangi hücreler sayesinde böyle bir işe girişildi? Kısacası; temellerine ineceğiz.

Klonlama; eşeysiz üreme yöntemiyle genetik yapısı birbirinin aynı canlıların oluşturulması anlamına gelmektedir. İlk klonlama çalışmaları embriyonun bölünmesi ve bir embriyodan birden fazla canlının oluşturulması ile 1980 yıllarının başlarında başlamış, ancak 1997 yılında erişkin bir koyunun genetik kopyasının yapılmasıyla büyük bir ivme kazanmıştır. Son yıllarda içinde sığırların da bulunduğu çiftlik hayvanlarının klonlanması üzerine birçok çalışma yapılmıştır.

Klonlama, bir organizmanın, hücrenin ya da hücrelerin bir atadan ya da stoktan eşeysiz olarak genetik anlamda kopyalanması; yani birbirinin aynısı olan canlıların oluşturulması anlamına gelmektedir. Klon ise; tek bir bireyden eşeysiz üreme yoluyla üretilmiş, genetik yapısı birbirinin tıpatıp aynı olan canlı topluluğuna karşılık gelen bir biyoloji terimidir ve kısaca “cl.” simgesiyle gösterilir. Klonlama, biyolojinin çeşitli dallarında farklı biçimlerde karşımıza çıkabilen bir terimdir.

Mesela tek yumurta ikizleri doğal klonlardır. Araştırıcılar ilk önceleri bu doğal olayı taklit ederek klonlama çalışmalarına başlamışlardır. Tek yumurta ikizlerinde embriyo iki hücreli dönemde iki embriyoyu geliştirmek üzere ayrılır. Embriyonun bölünmesi veya blastomerlerin ayrılması ile üretilen ilk çiftlik hayvanı türleri Willadsen tarafından rapor edilmiştir. Bu teknik daha sonraki yıllarda diğer türlere de uygulanmıştır.

Blastomer( Zigotun mitoz geçirdikten sonra oluşan 12–16 hücreli yapılarına blastomer denir.) ayrılması veya embriyonun bölünmesi ile oluşan embriyolar kendi normal programlarına göre gelişmeye devam ettikleri için bu yöntem ile elde edilen blastosistler normalden daha az hücre sayısına sahiptirler ve yaşama şanslarıda daha azdır. Bu yöntemle sadece iki veya en fazla dört olmak üzere az sayıda klon embriyo üretilebilmektedir Çekirdek transferi ile klonlama ise, klasik olarak farklılaşmamış embriyonik hücre çekirdeğinin (blastomer) çekirdeği çıkartılmış (enükle edilmiş) yumurta hücresi (oosit) veya zigot içine transfer edilmesi anlamına gelmektedir. 
Memelilerde bu teknik ilk olarak başarılı bir şekilde koyunlarda uygulanmış ve bunun hemen arkasından sığırda, tavşanda ve domuzda da uygulanmıştır.

Bunun ardından iç hücre kitlesinden elde edilen hücreler kullanılarak sığırlarda ve koyunlarda başarılı klon embriyolar elde edilmiştir. İmplantasyon öncesi embriyolarda hücre sayısı sınırlı olduğu için onların kullanılması ile elde edilen klonlar da az sayıda olmaktadır. Bu nedenle kültürde çoğalabilen hücrelere ihtiyaç bulunmaktadır. Böylece ilk kez iç hücre kitlesinden elde edilen ve 4 hafta boyunca kültürde çoğaltılan hücrelerin kullanılması ile sağlıklı buzağı, ve bunun hemen ardından da 13 pasaj boyunca kültüre edilmiş embriyonik hücrelerin kullanılması ile sağlıklı klon koyun elde edilmiştir.
İnsan klonlamaya gelmeden önce, hayvan ve insan arasındaki farkı kaleme aldığım, özellikle beynimiz ve bize irade sağlayan mekanizma hakkında iki adet yazı hazırlamıştım. Dileyen aşağıdaki linklere tıklayıp daha fazla bilgi edinebilir.

İnsan Klonlamak

Bazı bilim adamları klonlamanın insanlık için büyük bir gelişme olduğunu ileri sürerken, bazıları da bu çalışmaları insanlık ayıbı olarak görüp, kesinlikle engellenmesi gerektiğini düşünmektedir. Bu düşüncelere sahip klonlama karşıtlarının yaptığı çalışmalar ile başta Avrupa ülkeleri olmak üzere bir çok ülke, sınırları içerisinde klonlama ile ilgili çalışmaların yapılmasını yasakladı. Klonlama yanlıları ise, klonlamanın kaçınılmaz bir bilimsel gerçek olduğunu ve yapılan yasakların bilimi yavaşlatmaktan başka bir şey olmadığını savunarak, her ne pahasına olursa olsun çalışmalarına devam edeceklerini açıkladılar. Bu tartışmalar tüm bilim dünyasını sardı ve bir çok bilimsel kuruluş; klonlama, özellikle de insan klonlama çalışmalarının ahlaki ve bilimsel bir yanlış olduğu konusunda karara vardı. Fakat insan oğlunun ihtiraslarını engellemek kolay değil… Bazı firma veya bilim adamlarının izinli yada izinsiz bu çalışmaları sürdürdüğünü varsaymak çok da yanlış olmaz.

Klonlanmış insan, aslında çok yabancı olduğumuz bir terim değil. Tek yumurta ikizi olarak adlandırılan ikiz çeşitleri aslında birbirlerinin doğal yoldan klonlanmış halleridir. Yukarıda bahsettik,anne rahminde bir zigot bölünmesinin ilk aşamalarında her hangi bir nedenle iki ayrı hücre oluşturursa, aynı DNA’ya sahip iki ayrı canlı dünyaya gelir ve dünyaya gelen bu iki canlı birbirinin genetik kopyasıdır, yani klonlanmış halidir. Normal doğumların yaklaşık %1.3 ‘ünde bu olaya rastlanır. Yapay klonlama ise dünyaya gelecek canlının genetik özelliklerinin (DNA’sının) dışarıdan müdahale ile kendi türünden başka bir canlının DNA’sı ile aynı olmasının sağlanmasıdır.

Daha detaylı anlatacak olursak: Normalde insanlar eşeyli üreme sonucunda dünyaya gelir. Eşeyli üremede (çiftler vasıtasıyla) anne ve babanın üreme hücrelerindeki DNA’lar birleşerek yeni ve kendisine has özellikler taşıyan bir DNA oluştururlar. Yani oluşan yeni birey bazı ufak benzerlikler dışında anne ve babanınkinden bağımsız bir genetik yapıya sahip olur. Klonlama sonucunda ise eşeyli üreyen canlı bir nevi eşeysiz üreme gerçekleştirmiş olur. Yani oluşacak birey sadece annenin yada sadece babanın DNA’sını taşır. Bu nedenle oluşan birey, DNA’sı kullanılan bireyle aynı genetik özelliklere sahip olur, yani yeni birey anne yada babanın kendisinden küçük bir tek yumurta ikizi olarak dünyaya gelir ve normal tek yumurta ikizlerinde olduğu gibi dış görünüşleri birebir aynıdır.

Basitleştirmem gerekirse; normalde bir insanın doğması için anne ve baba lazımdır, doğan kişinin DNA yapısı büyük ölçüde Anne ve Babaya benzerdir, çünkü onlardan gelir. Bu yüzden anne veya babalarımıza benzeriz. Ancak biz, ortak bir iş sonucu meydana gelmiş olan “yeni” bir DNA dizilimine sahibiz. Bizi farklı yapan da bu. Ancak sadece anne veya sadece babadan, yani tek bir bireyden meydana gelseydik, o zaman yeni bir DNA’ya değil, bizi üreten DNA’nın kopyasına sahip olacaktık.

Klonlamalar

Klonlama sonucunda dünyaya gelen ilk canlı Ian Wilmut ve ekibinin çalışmaları sonucunda 1997'de klonlanan Dolly adlı koyundur. Bu koyunun klonlanmasında çekirdek transferi yönteminden yararlanılmıştır.

Deneyde kullanılan 277 yumurta hücresinden yalnızca 29 tanesi bölünme aşamasını tamamlayabildi ve bu yumurtalar farklı koyunların rahimlerine yerleştirildi. Koyunlardan 13 tanesi gebe kaldı. Sonuçta ise bir tek başarılı doğum gerçekleşti. Dünyaya gelen bu koyuna Dolly adı verildi. İşte klonlama tartışmaları da bu noktada alevlendi. Dolly’nin doğumunu klonlamada bir milat olarak gören bazı bilim adamlarının insan klonlama çalışmalarına başladıklarını açıklamaları üzerine, klonlama karşıtları da karşı çalışmalara başlayarak klonlama çalışmaları aleyhinde ciddi yaptırımlar getirilmesini sağladılar.

Tüm bu engellemelere rağmen 26 Kasım 2001'de Advanced Cell Technology (ACT) adlı firmadan ilk klonlanmış insan embriyosu haberi geldi. ACT’nin yaptığı açıklamaya göre, yapılan deneyde toplam 19 yumurta hücresi kullanıldı ve hücrelerden sadece 3 tanesi bölünme aşamasına gelebildi. Bu üç hücreden 2'si 4, 1'i de 6 hücre oluşturduktan sonra öldü. İnsan klonlama konusunda yapılan bu ilk resmi açıklama büyük ses getirdi. Fakat bir insan embriyosundaki genler ancak 4–8 hücre oluşturduktan sonra kendisini göstermeye başlıyor. Başta ACT olmak üzere klonlama yaptığını duyuran hiç bir firmanın henüz 8 hücreden büyük bir embriyo elde edememiş olması, bazı bilim adamlarına göre insan klonlama çalışmalarının henüz başarıya ulaşılamadığını gösteriyor. Ya da, başarıya ulaşılmışsa bile bundan bizim haberimiz yok. Fakat, bilim dünyası sadece “klonlamak” fikriyle sınırlı değil. Yapay organlar yaratmak, yapay bir beyin yaratmak gibi bir şeyi amaçlamış bilimadamları da var. Üstelik baya bir ilerleme kat edilmiş bu konuda… Bu konuyu aktardığım ilgili yazı için aşağıdaki linke tıklayabilirsiniz.

Ahlâki Açıdan Klonlama

Klonlama çalışmaları yapan ve yapmaya devam eden bilim adamlarının çoğu bu çalışmaları yeni bir birey dünyaya getirmek için değil de sadece tedavi amaçlı kullanılacak kök hücreleri üretmek için sürdürdüklerini belirtiyorlar. Tedavi amaçlı klonlama çalışmalarda ise amaç klonlama sonucunda kök hücre elde etmektir. İlk hücre bölünmesinden yaklaşık 5 gün sonra, yani embriyonun yaklaşık 100 hücre oluşturacak kadar bölünmesi ile oluşan ve başkalaşarak 200 değişik vücut hücresine dönüşebilen bu hücrelere kök hücre adı verilir. Bu hücrelerin bir kısmı organları bir kısmı ise kan, saç, tırnak ve deri gibi vücut bölümlerini oluştururlar. 

Klonlama ile kök hücre elde etmeyi planlayan bilim adamları bu kök hücreler yardımı ile bir çok hastalığa çözüm bulunacağını ve daha ileriki dönemlerde yine bu hücreler yardımı ile organ üretimi ve nakli yapılabileceğini iddia ediyorlar. Fakat burada göz ardı edilmemesi gereken şey; kök hücre elde etmek için embriyonun öldürülmesi gerektiği gerçeğidir. Bir canlının hayatını kurtarmak yada sağlık sorununu gidermek için başka bir canlının hayatına son vermenin ne kadar ahlaki olduğu tartışma konusudur. Burada bir hayvan öldürmekten değil, tıpatıp, dünyadaki herhangi bir insanın kopyası olan, resmen bir “insan” olan bir varlığın, sırf organ nakli veya hastalıklara çare amacıyla “yaratılıp”, bir laboratuar faresi gibi kullanılıp öldürülmesinden bahsediyoruz. Basit bir iş değil…

Klonlama konusunda içine düşülen en büyük yanlış: doğacak canlının klonlanan canlı ile aynı kişi olacağının sanılmasıdır. Bu çok büyük bir yanılgıdır. Klonlama yöntemi sonucunda dünyaya gelen canlı sadece fiziksel görünüş olarak genleri kullanılan canlıya benzer ve bu benzerlik yukarıda da anlattığımız gibi doğal bir klonlama şekli olan tek yumurta ikizliğinde görülen benzerliktir. Yani doğan yeni birey ile genleri kullanılan birey tek yumurta ikizlerinde olduğu gibi düşünce ve bilinç olarak tamamen farklı kişilerdir. Bu nedenle klonlamanın yaradılış gerçeği ve kader ile ters düşen hiç bir yanı bulunmamaktadır. Fakat klonlanan canlının genlerinde gizli olan genetik hastalıklar ve diğer bazı genetik faktörler aynı şekilde doğacak yeni bireye aktarılmış olur. Bu da klonlama karşıtlarının tepki gösterdiği noktalardan biridir.

Klonlama tedavi amaçlı olarak düşünüldüğünde insanda iyi izlenimler bıraksa da işe insan ve insanın içinde taşıdığı hırslar girdiğinde çok tehlikeli boyutlara ulaşabilir. Örneğin bir canlının bazı organları (kalp, ciğer gibi) hasar gördüğünde başka bir canlının organı o canlıya takılamaz, DNA’lar uyuşmadığı için organı hasar gören canlının antikor sistemi bu organı kabul etmez ve dolayısıyla bu tür vakalarda sonuç ölümdür. Fakat organı hasar gören canlının herhangi bir hücresi kullanılarak yapılan klonlama sonucunda dünyaya gelecek bebeğin DNA’sı organı zarar görmüş olan canlı ile uyum gösterir ve organ nakli gerçekleşebilir. İşte bu noktada insanın içindeki para hırsı göz önüne alındığında, ödenen para karşılığında bir çok hasta insanın klonlarının sadece organları alınmak için dünyaya getirilebileceği gerçeği ortaya çıkar. 

Klonlama sonucunda doğan ve organı alınan canlı doğal olarak ölürken, organı hasarlı olan birey parası sayesinde bir süre daha yaşayabilir. Bu tür bir olay tam bir ahlak çöküntüsüdür ve ne kadar yasa çıkarsa çıksın yada ne kadar önlem alınırsa alınsın bu olayın önüne tam olarak geçebilmek mümkün değildir. Günümüzde de bir çok böbrek kaçak yollardan satılmaktadır. Fakat hiçbir kanun yada yasa bu olayı tam olarak ortadan kaldıramamıştır. İşte klonlamanın düşünülmesi gereken ve asla göz ardı edilemeyecek bir yüzü de budur. Bu ve benzeri düşüncelerle yola çıkan bir çok bilim adamı ve bilim kuruluşu klonlama çalışmalarının kesinlikle durdurulması gerektiğini savunmaktadır.

Klonlama Çalışmalarına Devam Edilebilir mi?

Klonlamanın, özellikle de insan klonlama konusunun etik boyutu kamuoyunca, günlük yaşamda kültürün, temel bilimsel birikimin, tarih, siyaset ve toplumbilimin en yaygın ve temel kavramlarıyla tartışılabilir nitelik kazanmıştır. Nükleer enerji kullanımı, hormon destekli tarım, ozon tabakasına zarar veren gazların üretimi gibi, farklı toplum kesimlerince kolayca anlaşılabilir ve tartışılabilir. Kabul edilen klonlama, şimdiden kamuoyunun gündeminde yerini almış durumdadır. Kamuoyunun, bilimsel ve teknolojik gelişmelerin uygulanıp uygulanmaması konusunda birtakım ahlaki gerekçelerle ne şekilde ve ne ölçüde yaptırım uygulayabileceği tartışmalı olsa da, şu anda kamuoyunun isteksizliği klonlama çalışmalarının daha ileri aşamalara taşınmasına en güçlü engel olarak gösterilmektedir. Oysa, “tüp bebek” diye bilinen in vitro fertilizasyonun, başlangıçtaki şiddetli tepkilerden sonra kolayca kabullenilmesi, işin içine “çocuk sahibi olma isteği ve hakkı” karıştığı durumlarda toplumun ne kadar kolay ikna olabileceğinin bir göstergesi niteliğindedir.

Kazanılmış özelliklerin kalıtsal yolla taşınabileceği yanılgısı, Philosophie Zooloique (Zoolojinin Felsefesi) adlı ünlü yapıtı 1809 yılında yayınlanmış olan, Fransız zoolog Jean Baptiste Lamarck’a dayanıyor. Lamarck’ın görüşlerinin takipçileri, insanların gözlemlenebilir kişilik özelliklerinin önemli ölçüde kalıtsal nitelik taşıdığını savlayarak, çevresel koşulların gelişim üzerindeki etkilerini neredeyse tamamen yadsıyorlardı. Oysa, genetik, evrim, psikoloji gibi alanların ortaya koyduğu çağdaş ölçütler, kazanılmış karakterlerin kalıtsal nitelik gösteremeyeceğini ortaya koyarak, kişilik oluşumunda çevresel etmenlerin güçlü bir paya sahip olduğunu kanıtlamıştır.

Tüm bunların ışığında, klonlama konusundaki popüler tartışmaları, tıkanıp kaldıkları, “beklenmedik bir ikize sahip olma” fobisinden kurtarılıp, daha gerçekçi zeminlere çekilmesi gerekiyor. Gen havuzunun (belli bir topluluktaki genetik çeşitlilik) daralması, hayvancılığın geleneksel yapısından koparılıp biyoteknoloji şirketlerinin güdümüne girmesi, yol açılabilecek genetik bozuklukların kontrolden çıkması, bu alanda çalışan bazı şirketlerin (sözgelimi PPL’in) tüm tekel karşıtı yasal önlemleri delerek ciddi ekonomik dengesizliklere yol açması gibi akla gelebilecek sayısız somut etik sorununun tartışılması gerekiyor.

Bilim adamlarının “Tanrı rollerini” oynamaya çalıştıklarını söyleyenlerin fikri, sonradan değişen tüm olayları inceledikten sonra reddedildi. İlk kez hayvanlar, 5.000 sene önce ehlileştirilmiş ve o zamanlardan beri yapılan seçilimli çiftlendirme kendi atalarından çok farklı olan modern çiftlik hayvanları, bitki ve ev hayvanları oluşturuldu. Tıpta 70 seneyi aşkın hayat süresi beklentilerimiz; doğum öncesi bakımdan, aşıların kullanılmasından ve antibiyotiklerin kullanımından kaynaklanıyor. İnsanın durumu şu an için mükemmelden hala çok uzaktadır.

Bilim dünyası, yapısı gereği kendisini kısıtlamak yoluna gidebilecek bir dünya değildir. Ancak içlerinde dini açıdan veya ahlaki açıdan rahatsızlık duyan ve bunu doğru bulmayan bilimadamlarının olması da şaşılacak bir şey değildir. Zira bu tip bilimadamları olmasa, bu cemiyet içinden karşı gelen olmasa bile buna politika veya devlet karşı gelecektir, dini gruplar veya bazı örgütler ve halk karşı çıkacaktır. Ancak şu bilinmelidir ki, insan klonlama deneyleri şimdilik sadece “askıya alınmıştır”, devam edeceğinden şüphe etmek saflık olur. Hatta belki ediyor bile olabilir, sadece bize duyurulmuyordur. Ancak şunu söyleyebiliriz ki; bizim seviyemizde olmasa da, veya evrimleşip bugün ki formunu kazanmış seviyede bir canlı yaratamasak bile, bir canlıdan yeni bir canlı “yaratmayı” başarmış bulunmaktayız. Bu da, eğer bir insan yaratılırsa “ondaki irade ve kişilik tam olarak ne seviyede olacaktır, gerçekten bir bilinç mi yaratmış olacağıız?” sorusunu akıllara getirir.

Yaratılan Klonun Kişiliği Nereden Gelecek?

İnsan kopyalama işleminde hamilelik üreme hücreleri ile değil, vücut hücreleri ile gerçekleşmektedir. Her insan milyonlarca, hatta milyarlarca hücreye sahiptir. Her hücre, -erkeklerde testislerden (haya), kadınlarda overlerden (yumurtalık) gelen üreme hücrelerinin yanında- insanın tüm kalıtsal yapısını taşıyan genetik öze sahip 46 kromozoma sahiptir. Hem kadın hem de erkeklerdeki üreme hücrelerinden her biri, -vücut hücrelerindeki toplam kromozom sayısının yarısı kadar yani- sadece 23 kromozoma sahiptir.

Doğal döllenmede, 23 kromozoma sahip erkek spermi, 23 kromozoma sahip kadın yumurtasıyla birleşir. Bu nedenle, yarısı erkekten yarısı kadından gelen toplam 46 kromozom bir araya gelmiş olur. Böylece bebek karakteristiğini, hem annesinden hem de babasından alır. Bu da, karakterimizi oluşturan şeylerin birçoğunu atalarımızdan aldığımız, dolayısıyla tamamen “özgün” bir birey olmadığımız anlamına gelir. Bu konuyla alakalı araştırmaları içeren bir diğer yazımı aşağıda ekliyorum, dileyen tıklayıp okuyabilir.


Klonlama işleminde ise, -bebeğin karakteristiğini belirleyen- bu 46 kromozomun tamamı kendisinden hücre alınan kimseden gelir. Böylece bebek tüm kalıtsal ve karakteristik özelliklerini bu kimseden almış olur. Klonlama sonucu doğan bebek, sadece hücresinin nukleusu kullanılan kimsenin karakteristiğini miras alır. Bu şekilde bebek, bu kimsenin genetik bir kopyası olur. Bu aynen sizin bir fotoğrafınızı renkli fotokopi ile çoğaltmanıza benzer bir şeydir.

Doğal döllenme ise, yalnızca bir erkek ile bir kadının üreme hücrelerinin biraraya gelmesiyle vukuu bulur. Bir başka deyişle: Kopyalama; üreme hücresi olmaksızın, bir erkek olsun veya olmasın sadece vücut hücrelerinin kullanımıyla yapılmaktadır. Bu; bir erkek olmaksızın, bir kadından bir vücut hücresi alınmak suretiyle de yapılabilmektedir!
Yani tüm kalıtsal özellikler 46 kromozoma sahip nukleus ile alınmaktadır. Daha sonra yumurtanın kendi nukleusu kaldırıldıktan sonra, bu nukleus bir kadının yumurtasına yerleştiriliyor. Daha sonra da bu yumurta bir kadının rahmine yerleştiriliyor. Ve bu yumurta kadının rahmine yerleştirildikten sonra, gelişmeye, bölünmeye, büyümeye ve bir fetüs (cenin) haline gelmeye başlıyor. Sonunda gelişimini tamamlıyor. Doğduğunda, kendisinden hücre alınan kadının bir kopyası elde edilmiş oluyor. Böylelikle klonlama süreci, bir erkeğe gerek duyulmadan, tüm boyutlarıyla tamamlanıyor. (Hatta yakın zamanda bununla alakalı bir projeye başlanıldı.)

Yani, bu demek oluyor ki, bu işlemle üreme yapılırsa; erkeğe gerek kalmadan kadınlar sürekli doğurabilirler. Ancak doğurduları bebekler kendilerinin bir koypası olacaklardır, yani bu fikirden yola çıksak ve böyle bir şeyi sistem haline getirsek, dünyada yaşayan insanların tipleri hep birbirlerinin aynısı olacaktır. Bu, sadece kadından “yapay” üreme yoluyla çoğalırsak olacak bir şeydir.

Doğal gebelikte ise, karakteristikler kalıtsal olarak, hem anneden hem de babadan alınır. Bunun bir sonucu olarak, doğan çocuklar birbirlerinin aynısı olmazlar. Çocuklar, anne-babalar ve diğer kardeşler arasındaki benzerlikler; boy, saç rengi, göz rengi, zihinsel yetenekler ve doğuştan gelen psikolojik davranış biçimleri gibi yapısal özelliklerle farklılaşır.

Klonlama işlemi sonucu gerçekleşen kalıtımda ise, hücresi kullanılan kadın veya erkeğin tüm kalıtsal ve yapısal özellikleri transfer edilir. Bu yeni doğuşta orijinal kimsenin boyu, görünümü, renkleri, zihinsel kapasitesi ve diğer doğuştan gelen psikolojik özellikleri tamamen kopyalanır. Bunun anlamı şudur: Tüm karakteristik aynen kalıtılır (yeni canlıya aktarılır) Bunun yanında, yararlı karakteristikler (sonradan kazanılan özellikler) kalıtıma bağlı değildir. Eğer hücre; saygı duyulan bir alimden, çok iyi bir mühendisten veya gözde bir fizikçiden alınırsa, klonlama ile kişilerin sahip olduğu bu nitelikler kopyalanamaz. Çünkü bu özellikler sonradan kazanılmıştır ve kalıtsal değildir.

Yani; yazıyı bitirmeden önce özetlemem gerekirse: Normalde anne-babadan doğal yolla doğan bireyler (biz) büyük ölçüde atalarımızın huylarını, davranışlarını miras alırız, fakat fiziki olarak farklı/yeni bir yaratımızdır. Bunun yanında hayatımız boyunca öğrendiğimiz şeyler varır; örneğin bir şeyden korkma, birine nefret duymak vb. Dolayısıyla bizim yaşarken edindiğimiz tecrübeler karakterimize katılarak bizi daha zengin ve karmaşık bireyler haline getirirler. 

Biz, yaşadığı süre boyunca kendisine bir şeyler katan bir varlığız. Ancak, yaratacağımız klonda bu tip özellikler, bilgiler olmayacak. Çünkü klon, sadece bizim genetik özelliklerimizi taşıyacak, hatıralarımızı ve bilgilerimizi değil. Peki, yaratılan klon, şişme bebek gibi bir kukla mı oluyor bu durumda; yoksa bizim tıpatıp aynımız olan, ancak henüz konuşmayı ve yürümeyi öğrenememiş bir bebek durumu mu görüyor? Sanırım bunu zaman (eğer klonlama yapılır ve bahsi geçerse) gösterecek. Ancak benim fikrime göre; İnsan klonlama başarılı olduğu takdirde biz deneyimsiz, tecrübesiz, sıfırdan bir insan yaratmış olacağız.

Kaynakça

Doç. Dr. Eyyüp Rencüzoğulları, “İnsan Klonlama, Endişeler ve Etik Sorunlar”,

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder