7 Ekim 2018 Pazar

Özgür İrade Var Mıdır? (Benjamin Libet Deneyi)

Merhaba, hemen konuya gireyim. Hepimiz özgür irademiz ve seçimlerimiz hakkında düşünmüşüzdür, neticede hayatımız seçimlerimiz yönünde ilerler. Yani hayatımızın hangi yollarda gideceğini belli bir nebze özgür irademiz sayesinde seçiyoruz. Peki ya özgür irademizi yönlendiren biz değilsek? hatta bir özgür iradeye bile sahip değilsek? Ya da, bizim özgür irade dediğimiz şey, daha büyük bir iradenin bizim tarafından algılanan kısmı ve bizi yönlendiren bir parçası ise? bu soruları istediğimiz kadar çoğaltabiliriz. Bununla alakalı yapılan bir dizi deney var, ve ben size burada bir tanesini tanıtacağım.
  • “Özgür irade var mıdır, yok mudur? 
  • Bir eylemi tamamen özgür irademizle mi gerçekleştiriyoruz? Yoksa o eylemi yapmamızı belirleyen başka etkenler mi var? 
  • Bir eylem ya da bir davranış kararı ne kadarı özgür irademize bağlı? 
  • Eylem veya davranışlarımızı özgür irademizle gerçekleştiremiyorsak, özgür irademizin olduğu ve kararlarımızı alırken özgür irademizi kullandığımız, yani özgür olduğumuz yanılsamasının kaynağı nedir?”


Bu tip soruları düşünmek için ille de Filozof olmaya gerek yok, ama, özgür irade konusunda çalışan felsefeciler, bilinçli isteklerin harekete -eyleme- neden olup olmadığını tartışırken; modern sinirbilim, zihin-vücut nedenselliği fikrini yadsımaktadır.
Kararlarımız, seçimlerimiz önceden mi belirleniyor? Benliğin sırrını çözmeye çalışan nörofizyologlar, bilincin her şey olup bittikten sonra devreye girdiğini keşfetti: Öyleyse, hep geçmişte yaşıyoruz ve bilincimiz, yaşananları yarım saniye sonra gösteren bir “monitör” gibi iş görüyor…

Bu arada, irademizi sorgulamamıza ve evrene yorum katmamıza olanak sağlayan şey beynimiz olduğuna göre, size beynimiz hakkında bilgiler vermeden bu tip deneylere girmem pek de sağlıklı olmayacaktır. Beyin organı ve İnsaniyet kavramıyla alakalı fazladan bilgi edinmek için şu linklere bir göz atabilirsiniz:



Sibernetik uzmanı ve bilimkurgu yazarı Stanislav Lem, “Yıldız Güncesi” adlı öykü kitabında bir mucitten söz eder. Bu mucidin evinin altındaki laboratuvarda, yavaşça ve sürekli olarak dönen bir varile sayısız kablolarla bağlı 12 adet kutu vardır. Mucit, ziyaretine gelen yeğenine, gördüğü mekanik kutuların her birinde bir insanın yaşadığını söyler. “Nasıl olur” diyen şaşkın yeğenine durumu açıklamaya başlar:

“Varil-kutu, insanların kendi dünyalarında algıladığı bilgileri gönderiyor. Zaten algıladığımız dünya, beyinde belirli noktaların hafif bir elektrik akımıyla uyarılması değil midir? Ben senin beyninde gül kokusu için oluşturulan noktayı uyarsam, ortada gül olmadığı halde gül kokusu aldığını sanırsın. Kutularımdaki insanlar da öyle. Dönen varilden, onlara kendi dünyaları için gerekli tüm bilgiler ulaşıyor. Her biri ayrı bir kişi; başka insanlarla konuşuyor, dünyasında gökyüzünü görüyor, gerektiğinde acı çekiyor ya da aşık olabiliyor. Dünyaları tıpkı bizimki kadar gerçek. İçlerinden biri öğretmen. Hatta bir papaz bile var…”

Mucidin en sevdiği kutu : “İçlerinden biri ise kendi dünyasının delisi. Israrla herkese, kendilerinin yaşamadığını, gerçekte birer kutu olduklarını ve birisinin onları varetmek için gerekli algıları gönderdiğini anlatmaya çalışıyor.”

Tanıdık geldi mi? Biraz Matrix Teorisi / Hologram Evren teorisi gibi duruyor. Hatta bu fikri kabul eden büyük bir çoğunluk bulunmakta. “Peki biz de o kutudakiler gibi olamaz mıyız? Ya bu hayat bir yanılgıysa, ya her şey yalansa?” fikrine ısınmış tonla insan görmekteyim. Bazı Kuantum prensiplerini de işin içine katarak bu teoriyi güçlendirmeye çalışan birtakım gruplar bile var. Hatta işin içine biraz da mistik öğretiler ve uzakdoğu inançlarını da katarak resmen Spiritüalizmvâri yeni bir hayat görüşü oluşturdular. Bu konuda dikkatli olabilmek adına daha geniş bilgi için şu yazılara bir göz atmakta fayda var. 

bkz:




Takdir edersiniz ki insanoğlunu diğer türlerden ayıran en önemli özelliği “bilinci.” Bu konuyla alakalı 3 adet yazıyı halihazırda biraz yukarıda sizlere sundum. Ancak çok eskilerden beri çözülmeye çalışılan bu sırrı ne filozoflar, ne anatomi bilginleri ne de günümüzün nörofizyologları aydınlatabildi. Fransız filozof Rene Descartes’ın, “Düşünüyorum, öyleyse varım” diyerek bilincin ve hür iradenin zaferini ilan ettiği ve ruhu bedenden ayırdığı dönemden üç yüz yıl sonra, benlik araştırmacıları ve nörologlar tersine bulgular elde ediyor.

Gelişmiş yöntemlerle beyin üzerinde yapılan deneylerde, benliğin sır perdesi aralanmak bir yana, daha da gizemli bulgular ortaya çıkıyor. Bunlardan en çok tartışıla iki tanesi, W. Penfield’in Motor Korteks üzerine yaptığı deneylerden çıkarılan veriler ve Benjamin Libet’in “Özgür İrade Deneyleri”. Penfield’in deneyleriyle alakalı yukarıdaki bağlantılarda bilgi verdiğim için buraya da ekleyerek spam yapmayacağım, bu yazıyı Libet’in deneylerine ayıracağım.

Kaliforniya Üniversitesi’nde nörofizyoloji profesörü olan Libet, beyin ameliyatlarının narkoz verilmeden, yani hastanın bilinci tamamen yerindeyken yapılabilmesinden yararlanıyor. Libet, bilimkurgu yazarı Lem’in öyküsündeki mucit gibi deneklerin beyinlerini küçücük elektrik akımlarıyla uyarıyor. Onlar da beyinlerinde uyarılan bölgeye göre bir melodi veya tanıdık bir ses duyuyor ya da “başlarından geçmiş” bir olayı anımsıyorlar.

Buraya kadar herşey yolunda. Çünkü Dünya’nın Güneş etrafında döndüğü nasıl artık gizemli olmaktan çıktıysa, tüm düşünce ve algıların kontrol merkezinin de beyin olduğu uzun zamandır biliniyor. Hatta “Sil Baştan” gibi filmlerde bu konuya biraz değinildi. (İzlemenizi tavsiye ederim, güzel bir filmdir) Ancak Libet, büyük beynin dış kısmında yine bazı noktaları uyararak deneklerde ellerine dokunulduğu algısı yarattığında onlar, bu “dokunuşu” neredeyse yarım saniye önce hissettiklerini söylüyorlar.
Yani kader, yarım saniye önde.

Bu imkânsız gibi görünen olgunun Libet’e göre tek açıklaması şu:
“Normalde tüm algılar beyne iletiliyor. Burada bilinçaltında değerlendirilip yorumlanırken, ben(lik) hiçbir şeyin farkında değil. Muhayyilemizde canlanan, yani farkına varabildiğimiz bilgilerse epeyce uzun bir gecikmeden sonra, cortex’e -bilincin konuşlandığı bölgeye- gönderiliyor.”

Tabii tüm olup bitenlerin, yani kısa süre öncesinde de olsa geçmişte yaşadığımızın farkında olsak, insan dünyayı sürekli rüyada gibi algılardı. Hatta muhtemelen bu tutsaklıktan kurtulmaya çalışan her insan, en az Alman filozof Martin Heidegger gibi giderek soyutlaşan düşünceler üretmek zorunda kalırdı. “Şu an” dediğimiz şeyin gerçekte “geçmişte” yaşanıyor olduğunu bilmediği halde Descartes bile “Bilinç” ve “Olmak” üzerine kafa patlatmıştır, bu bilinir. Zaten yukarıdaki meşhur “Düşünüyorum öyleyse varım” sözü de böyle ortaya çıktı. Descartes’e göre her şeyin bir yalan, konuştuğu bütün insanların, gördüğü her şeyin, kısacası olmuş ve olabilecek bütün olayların bilinçli başka bir varlık tarafından kontrol edilerek bizi kandırıyor olma ihtimali var. “Kartezyen Felsefe” diye bilinen sorgulama yöntemiyle her şeyin en ince ayrıntısına kadar sorgulanmasından yola çıkılarak Descartes’in ulaştığı sonuç: 

“Hiçbir şeyin gerçekliğinden emin olamam, her şey beni kandırmak için uydurulan bir ortamdan ibaret olabilir, annem, babam, sevdiğim kadına kadar her şey bir illüzyon olabilir, hepsi birer kukla olabilir. Bundan emin olamam. Bunların farkında olan ve bunları gerçekten yaşayan bir tek “ben” varım, çünkü ben düşünebiliyorum, kendimin farkındayım, bunları sorgulayabiliyorum ve dolayısıyla emin olabileceğim tek varlık, benim. Çünkü düşünebiliyorum, öyleyse ben varım, diğerleri ise bir yanıltmaca olabilir, bilemem.”

The Truman Show adlı filmi izlemediyseniz izlemenizi öneririm. Orada da bu konuya değiniliyor. Gerçekten de bir anda gözlerimizi bu dünyaya açıyoruz, bir ortama giriş yapıyor, zamanla bir şeylerin farkına varıyor ve yorumlamaya başlıyoruz. Bütün bunlar bir rüya, bir yanılsama, bir senaryodan ibaret olabilir. Teoride gerçekten de bunu bilemeyiz. Fakat bilebileceğimiz tek bir şey var, “Ben gerçek miyim, gerçekten bir özgür iradem var mı? Gerçekten de bu düşünceleri ben mi yaratıyorum yoksa arka planda birisi bana bu düşünceleri enjekte ederek beni kontrol mü ediyor?” İşte bu fikirden yola çıkılarak Libet özgür irade mekanizmasını çözmek için birazdan anlatacağım bir deneyi gerçekleştirdi.

Görevlerinden biri de bizi bu korkunç çıkmazdan korumak olan beyin, bu yüzden zamanı bilincimiz içinde yeniden düzenler. Yani Libet’e göre benliğe, şimdiki zamanı yaşadığı yalanını söyler. Beyin için aslında Rüya ile Gerçek arasında bir fark yoktur. Çünkü her iki durumda da beyinde aynı bölgelerde aynı şekilde elektriklenmeler meydana geliyor. Çok saçma şeyler görsek bile uyanana kadar çoğu zaman rüyanın farkına varamıyoruz. Dolayısıyla tamamıyla bir sır küpü olan beynimiz üzerine ciddi araştırmalar yapmak durumundayız.

Libet’in deneyleri bu açıdan çok önemlidir, çünkü resmen insanın hür iradesine olan “inancını” yıkacak niteliktedir. Araştırmacı, deneklerden parmaklarını hareket ettirmelerini ister. Hareket anını kendileri belirleyecektir. Bu esnada beyinlerindeki faaliyet izlenir. Ve yine, içine “kader” gibi rasyonel olmayan kavramları bile sığdırabileceğimiz, o neredeyse yarım saniyelik gecikmeye rastlar. Denekler parmaklarını hareket ettirmeye karar verdikleri andan önce, ilgili beyin hücreleri faaliyete geçmiştir.

Bilinçaltıyla alakalı keşifleriyle tanınan Dr. Sigmund Freud bile günlük yaşamın bu derece bilinçdışı geliştiğini akıl edememiştir. Örneğin önünüzde duran kahve fincanından bir yudum almaya karar verdiğinizde, öyle bir kararı “tek başınıza” verdiğinizi sanıyorsunuz. Oysa beyniniz, sözkonusu kahveyi içmeye saniyenin en az üçte biri kadar önce karar vermiş ve gerekli mekanizmaları çoktan çalıştırmaya başlamıştır. Aynı şekilde iki şıktan birini seçtiğimiz, hangi pantalonu giyeceğimize karar verdiğimizde de bu geçerli. Dolayısıyla yaptıklarımız, biz farkına varmadan önce çoktan yazılmış oluyor.
O halde “ben” kimdir? Deneysel yöntemlerle çalışan bilinç araştırmacı nörofizyologlar bile ortaya çıkan sonuçlar karşısında ister istemez kendilerini felsefi yaklaşımların içinde buluyorlar. “Descartes’ın Yanılgısı” adlı kitapta düşüncelerini toparlayan Profesör Antonio Damasio da, Libet’in “geçmişte yaşadığımız” görüşüne katılıyor.

Iowa Üniversitesi’nde araştırmalarını sürdüren nörolog, “Şimdiki zaman asla mevcut değil. Dünyayı algıladığımız benlik, olayları her zaman geriden takip ediyor. Dolayısıyla varoluş, bilinci biçimlendiriyor” diyor.

Descartes’ın “ruh ile bedeni birbirinden ayırarak” hata ettiğini savunan “Altın Beyin Ödülü” sahibi Damasio’ya göre; “Varım, bu yüzden düşünüyorum.”

Durmaksızın çalışan beyin, yeryüzünde en gelişmiş bilgisayarın bile ulaşamadığı bir kapasiteyle yüz milyonlarca bilgi birimini değerlendiriyor. Nörologlar, yalnızca gözlerden her an on milyon dolayında bit’in beyine ulaştığını tahmin ediyor. Hatta dışarıdan hiç bilgi almaması, “karanlıkta” kalması dahi akıl almaz şekilde çalışmasına engel değil. Bedenin hormonal dengesinden sindirimle dolaşım sistemlerine ve tüm kas hareketlerine dek herşeyi o yönetiyor. En küçük sesi bile kaydedip değerlendiriyor. Oysa bilincin bundan haberi olmuyor. Duyulardan beyne akan bilgi selinin bilince ulaşan bölümü, yalnızca çok küçük bir oranı. Zaman zaman aklımıza bir fikir ya da unutulan bir isim geldiğinde ise benliğe bir anlığına, sürekli hareket halindeki bilinçaltından bir bilgi kırıntısı ulaşmış oluyor.

Şimdi size yarım saattir ballandıra ballandıra anlattığım bu deneyin nasıl yapıldığına gelelim. Anlamanızı kolaylaştırmak için tahtada yazıp-çizip anlatıyormuşçasına bir yol izleyeceğim. Zaten oldukça basit bir yöntemi var.

Deneye katılan denekten istenen şey, parmağını (veya elini) kendisinin istediği bir zamanda oynatmasıdır. Deneyi, daha ölçülebilir hale getirmek için, deneğin parmağı, EMG (elektromiyografi) olarak isimlendirilen bir cihaza bağlanır. Bu cihazın amacı, deneğin, parmağını gerçekten oynatıp oynatmadığını sadece gözle takip etmek yerine, ölçülebilir objektif bir veri elde etmektir. Böylece, deneyi yapan kişi için deneğin, parmağını az veya çok oynatması veya oynatır gibi yapmasına dayalı yanılsamayı da ortadan kaldırılmış olacaktır. EMG; kaslardaki elektrik potansiyelini ölçerek kas hareketini belirleyen bir cihazdır. Diğer bir ifade ile, parmakta en ufak bir hareket olduğunda, cihaz parmaktaki kaslardan geçen elektrik vasıtasıyla, parmağın hareket edip etmediğini belirleyip grafik olarak bir kağıda dökebilmektedir. Hatta EMG ile yapılan ölçüm, saniyenin binde birini ölçebildiği için, deneyimizin hassasiyetini de artırmakta yardımcı olmaktadır. (Bir milisaniye eşittir saniyenin binde biri. 1 ms=1/1000 s.)
Deneyimizin ikinci cihazı, saat benzeri bir kadrandır. Parmağımızı bilincimiz dâhilinde oynattığımızı düşünürsek, demek ki parmağımızı oynatma eyleminden önce, beynimizde, parmağımızı oynatmaya karar vermiş olmamız, bunun için niyet etmiş olmamız gerekir. Yani, önce parmağımızı oynatma kararı alacağız ve arkasından da parmağımızı oynatacağız. Şu halde, deneğin, parmağını oynatma eyleminden hemen önce, parmağını oynatacağına dair verdiği kararın ne zaman olduğunu bilmek gerekiyor. Bu saat benzeri kadran da parmağımızı oynatmaya karar verdiğimiz anı belirlemede kullanılacaktır. 

Tekrar etmek gerekirse, önce karar veriyoruz, sonra parmağımızı oynatıyoruz
Benjamin Libet, bunu ölçmek için, deneğin karşısına şekildeki saat benzeri kadranı koyar. Kadran üzerindeki büyük benek (göbekteki küçük benek değil) yelkovan yönünde hızlı bir şekilde hareket etmekte, bir tam devrini 2,7 saniyede tamamlamaktadır. Peki, bu saat kadranına benzer şey ne işe yarayacaktır? Mademki, parmağımızı hareket ettirmeden hemen önce beynimizde bunun kararını almaktayız, şu halde denekten, parmağını hareket ettirmeye karar verdiği an‘da (karar verecek ama parmağını oynatmayacak, sadece karar alacak ve böylece beyindeki elektriklenmeler kontrol edilecek), büyük beneğin kadran üzerindeki yerini söylemesi istenir. Yani denek karar verdiği esnada kadran örneğin 3’ü gösteriyorsa, “ben 3'ü gösterdiğinde karar vermiştim” diye belirtecek. Böylece, deneğin, parmağını oynatması için karar verdiği zaman (an), saat benzeri kadrandan ölçülürken, parmağını hareket ettirdiği zaman (an) da EMG cihazından ölçülecektir. İki zaman (an) ölçümü arasındaki fark ise, deneğin, parmağını hareket ettirmeye karar verdiği an ile, parmağını hareket ettirdiği an arasındaki zaman farkını ortaya koymuş olacaktır.

Deneyimizin son cihazı da EEG (elektroansefalogram). Bu, başına geçirilen bir başlık vasıtasıyla, deneğin beyin elektriğinin değişimini ölçmek için kullanılacak bir cihazdır. Bunun amacı, deney esnasında, deneğin parmak kaldırma ile aldığı karara bağlı olarak, beyin elektriğinin nasıl değiştiğini bir grafiğe dökmektir. Denek, parmağını kaldırmak için karar aldığı anda beyinde bir hareketlenme olacak, grafik de yükselmeye başlayacaktır. Böylece, elde edilecek EEG grafiği üzerine, saat benzeri kadrandan alınan zaman (deneğin, parmağını kaldırmaya karar verdiği an) ile EMG den alınan zamana ait (deneğin, parmağını eylem olarak kaldırdığı an) değerlerini işaretlemek mümkün olacaktır. Bu da bize, deney çıktılarını, EEG grafiği üzerinde inceleme fırsatı doğacaktır.
Şimdi sıra deneyimize geldi.

Şekil, EEG yani deneğin beyin elektriğinin grafiğidir.

Grafikteki zaman akışının, soldan sağa doğru olduğunu söyleyelim. Şekilde görüldüğü gibi, her bir çizgi ayrı bir deneyi göstermektedir. Yani deney, defalarca tekrarlanmış ve elde edilen grafikler, aynı koordinatlar üzerine üst üste konumlanmıştır. Böylece tek bir deneyden elde edilen grafik yerine, birden fazla deneyden elde edilen grafiklerden daha sağlıklı sonuç elde etme imkânı doğacaktır. (Bu arada, EEG grafiğini yukarıda bahsedilen EMG grafiği ile karıştırmamayı da hatırlatmakta yarar var. Bizim, üzerinde duracağımız grafik, EEG grafiğidir.)

Deneyin nasıl olacağını kısaca tekrarlayalım. Başında EEG başlığı, karşısında saat benzeri bir kadran ve parmağına da EMG bağlı olan denekten sırasıyla şunları yapması istenir. EEG kayıt yapmaya başlamışken, denek, kadrandaki büyük benek bir sayının üzerine geldiği an bu yeri (sayıyı) zihninde tutarak ve hiç beklemeden parmağını kaldırmak, denekten istenenlerdir. Böylece, parmağını kaldırmaya karar verdiği ana ait değer kadrandan, parmağını kaldırdığı ana ait değer ise EMG cihazından elde edilecektir. Deneyin, yukarıda da ifade edildiği üzere bir çok kere tekrarlandığını düşünelim. Deney sonucu ortaya, birbirine benzer EEG grafiklerinden oluşmuş bir şekil çıkacaktır.
Kolaylık olsun diye tekrardan yapıştırdım
Şimdi de, deneyden elde edilen sonuçları, yukarıdaki EEG yani deney esnasında elde edilen beyin elektriğinin değişimi üzerinde işaretleyelim. İşaretlemeyi, sağdan sola doğru yapalım. Grafiğin üzerinde yeşil ok ile gösterilen yani O noktasına gelen yer, deneğin, parmağını “kaldırdığı” yerdir. Buna ait bilgileri EMG yani kas elektriğini ölçen cihazdan aldığımızı biliyoruz. Grafik üzerinde kırmızı ok ile işaretlenen yani B noktasına gelen yer ise, deneğin, parmağını kaldırmadan evvel, parmağını kaldırmaya “karar verdiği” ânı işaret eden yerdir. Bunu da, deneğin önündeki saate benzer kadrandan aldığımızı biliyoruz.

Yine bildiğimiz bir şey varsa, grafikte de görüldüğü gibi, deney esnasında beyin elektriğinin faaliyete geçmesi ile, grafik de A noktasından itibaren yukarıya doğru yönlenmektedir.

Grafiğe baktığımızda, kırmızı ok yani parmağımızı kaldırmaya “karar verdiğimiz” B noktası ile, yeşil ok yani parmağımızı kaldırdığımız (kaldırma eylemini yaptığımız) O noktası arasının 200 milisaniye olduğunu görülür. Diğer bir deyişle, parmağımızı kaldırma “kararını” verdikten 200 milisaniye (0,2 saniye) sonra, deneğin parmağını “kaldırdığını” söyleyebiliriz.

Şimdi düşünelim. Parmak kaldırmaya karar verme eylemi bilince ait bir olaydır. (Kırmızı ok, B noktası). Nitekim bu kararı aldıktan sonra da denek, parmağını kaldırmıştır. (Yeşil ok, O noktası). Buraya kadar her şey güzel, bir itirazımız yok. Ancak şekle bakarsak, deneğin, parmağını kaldırmak üzere ilk defa bilinci dâhilinde karar aldığından emin olduğu kırmızı ok yani B noktasından önce, beyinde bir hareketlenme başlamıştır. Bir başka deyişle, grafiğin en solundan itibaren A noktasına kadar olan yerde, beyinde bir hareketlenme yokken ve bilinçli karar verme B noktasında başlarken, nasıl olur da, mavi okun olduğu A noktasından itibaren bir hareketlenme başlayabilir? (Grafik çizgilerinin yukarı doğru gitmesi).

Hâlbuki B noktasının solundaki zamanda, benim bilinçli aldığım hiçbir karar söz konusu değildi. Denek, bilinçli kararını, B noktasında aldığını zaten deneyi yapanlara defalarca söylemişti.

İşin ilginç tarafı, deneğin, parmağını bilinç dâhilinde kaldırmaya karar verdiği B noktasından, parmağını kaldırdığı O noktasına kadar ortalama 200 milisaniye geçerken (0,2 saniye), deneğin, bilincinin ilk defa devreye girdiği B noktasından 350 milisaniye (0,35 saniye) kadar bir zaman önce, deneğin beyninde bir hareketlenme olmaktadır. Diğer bir ifadeyle, deneğin, parmak kaldırma deneyi esnasında, deneyle ilgili beyin faaliyetinin başladığı A noktasından yani mavi oktan, deneğin parmağını kaldırdığı O noktasına yani yeşil oka kadar toplam 550 milisaniye geçmiş olup, bunun A ile B arası, deneğin bile haberinin olmadığı ve bilinçsiz geçen 350 milisaniyelik bir zaman dilimidir.

Deneğin, deneyden bilinçli olarak haberdar olduğu kısım ise, karar aldığı an olan B noktası ile parmağını kaldırdığı O noktasına kadar geçen 200 milisaniyelik bir zaman dilimidir. Bu nasıl olabilir? Bir başka deyişle, parmağımızı kaldırmaya karar aldığımız an ile, grafikte, beyin grafiğinin yükselmeye başladığı an çakışık olması gerekmez miydi? Grafiğin yükselmeye başlaması, karar almaya başlama anı ile aynı olması gerekmez miydi? Biliyorsunuz ki parmak kalktığı anda kaslarda bir faaliyet olacaktır, aynı şekilde parmağı kaldırmaya karar verdiğimiz anda da beyinde bir hareketlenme olacaktır. Bunun yanı sıra, iki tarafı da devreye sokmadan, sadece vakti geldiği zaman otomatik olarak parmak kaldırma faaliyeti gösterilecektir. Yani ölçülebilecek her yanıyla bu deney tekrarlanmış ve kontrol edilmiştir, fakat “şu an” dediğimiz zaman içerisinde bu parmağın kaldırılmasını sağlayan mekanizma “bulunamamıştır”, çünkü bu sorunun cevabı bilincimiz dışında gerçekleşen, biz daha faaliyete geçmeden ve buna karar vermeden, hatta otomatik olarak bile bunu gerçekleştirmeden öncesinde yatmaktadır. Farkına varamadığımız ve çoktan geçmiş olan o yarım saniyelik zaman içerisinde bunlar yazılıp-çizilmiştir.

Bunu bu kadar önemli yapan şey ise, bu durumun sadece bir parmak kaldırmaktan ibaret olmamasıdır. Hayatımız boyunca verdiğimiz bütün kararlar, hatta aklımıza gelen en ufak şeye kadar her şey, bizim, beynimizin veya bedenimizin hiçbir şekilde fark edemediği, kontrol edemediği bir zaman diliminden tasarlanmış demektir. Bu da bizim gerçekte bir özgür iradeye sahip olup olmadığımız, veya olacak olan her şeyin zaten belirlendiği bir “kader” kavramına sürüklüyor bizi. Fakat işin o kısımlarına girersek sadece varsayım yapmış olacağız ve iş “bilimsel bir deney”den, “dinî bir görüş”e kayacak. Bu yüzden bu bahsi burada noktalandırıp yazıya devam edeceğim.

İsterseniz geliniz, işin içinden tam çıkamasak da, olabilecek olası yorumları, yine kaynaklardan aktarmaya çalışalım. Yorumlara girmeden evvel şunu söyleyelim ki, araştırmacılar, A ile B noktası arasındaki beyin faaliyetine “hazırlık potansiyeli” adını vermişler. Bunu da, bilinçli karar vermeye kadar olan süreyi isimlendirmek için söylemişler. Yani bilinçli karar vermek için beynin hazırlanma süreci.

Yorum A-:

Bu deneyde, reflekslerimiz, içgüdülerimiz gibi bilincimiz dışında gelişen hareketlerimizi bir kenara bırakırsak, bilincimiz dâhilinde aldığımız bir karardan “önce” (AB arası kastediliyor), nasıl olur da, beynimde, benim bilincim dâhilinde olmayan ve alacağım karar ile ilgili bir faaliyet başlayabilir? Çünkü benim bilincim, B noktasından sonra devreye girmektedir. Bu olay (AB arasındaki bilincimin dışında gerçekleşen beyin faaliyeti kastediliyor) benim, parmağımı bilinçli olarak kaldırma kararımdan önce her defasında meydana gelmektedir. Yani bu bir tesadüf değildir. Bunun anlamı, benim, özgür irademle karar veremediğimi mi göstermektedir? Beynimde bir şeyler, ben karar almadan önce, karar alıp, onu, sanki ben karar alıyor muşum gibi bana dayatmakta mıdır? Yani ben, sabah, dişimi fırçalamak için diş macununu sıkmaya karar vermeden evvel, zihnimde bunun kararı çoktan verilmiş mi oluyor?

Düşüncemizi bu anlamda ilerletirsek, “kader” diye bir şeyin varlığından mı söz etmeliyim? O zaman yaptıklarımdan sorumlu değil miyim? Şu halde, hazırlık potansiyelindeki süre (A ile B arası) bilgimizin dışındadır diye düşünmeye başlarım. Bu kısım, benim bilincimin dışında gerçekleşen ama aldığım kararlar dâhil yaptığım her şeyi etkileyen bir süreç olmalıdır. Bilinç dışı olan bir şey zaman zaman bir karar vermemize sebep olabilir ama her defasında bu etken devreye giriyorsa bu nasıl olabilir?
Kısacası, deneye baktığımız zaman, bilinçli bir eylemi gerçekleştirmek için önce bilinçsiz bir halde karar alıyor (A noktası, Kader) ve bu kararın bilince nakledilmesi yaklaşık 350 milisaniye sürüyor (AB arası, Özgür İrade), B noktasında da yapacağımız eylemle ilgili karar alıyor. O zaman sormak gerekir, benden önce biri mi düşünüyor? Kim?

Önce düşünür, niyetlenir, karar veririm; sonra da davranışı ortaya koyarım şeklindeki algı, aslında bir yanılsama mıdır? Yoksa kader diye bir şey gerçekten var mıdır?

Yorum B-:

İlginç başka bir yorum olarak da şöyle düşünülebilir. Eğer beyin faaliyeti, doğrudan bilinçli karar almamızla bağlantılıdır diye düşünürsek, parmağımızı kaldırmaya karar verdiğimiz an ile, beyin faaliyetinin aynı anda başladığını söylememiz gerekir. Yani, parmağımı kaldırmaya karar verdiğim ânın B noktası değil, A noktası olduğunu düşünürsem, bilinçli karar verdiğim an ile grafik üzerindeki hareketlenmenin başladığı yer çakışmış olur ve böylece problem de ortadan kalkmış olarak düşünebiliriz. Başka türlü söylemek gerekirse, ben, bilinçli olarak karar vermeye başladığım anda grafikteki çizgi de yükseliyor olmalı. Zaten mantıklısı da bu olmalı, öyle değil mi? Hatırlayacağımız üzere grafik üzerindeki B noktası, kadrandan elde edilen bir veri idi. Bu yoruma göre, kadrandan okunan değere karşılık gelen yerin B noktası değil, A noktası olduğunu düşünelim. Düşünelim düşünmesine ancak, bu da başka bir sonuç doğuracaktır.

Şöyle ki: Doğada bir sistem çalışmaya başlamadan evvel, muhakkak ki, bir hazırlık devresi gerekecektir. Kaba bir örnek bile olsa, bir araba sıfır kilometreden 100 kilometre hıza sıfır saniyede çıkamaz. Yani beyin, bir karar vermeden önce alacağımız kararla ilgili (parmağı kaldırma kararı) bazı verileri, hafızadan alacak, bazı verileri (dış uyaranları) çevreden alacak, bunları işleyecek ve muhakkak milisaniyeler derecesinde de olsa bir zaman geçmesi gerekecek. Diğer bir deyişle, sıfır saniye veya sıfır mili saniye içinde bir şeyin olması mümkün değildir. Sıfır saniyelik veya milisaniyelik bir zaman demek, o zamanın ve dolayısıyla herhangi bir hareketin hiç olmadığını söylemek demektir. Grafik üzerindeki A noktası benim, parmağımı kaldırma kararı aldığım noktam ise (öyle olduğunu varsaydığımızı hatırlayınız) ve hazırlık süreci denen fiziki olay da yoksa, A noktasındaki kararım bir anda ortaya çıktı demektir.

O zaman da şu soruyu sormak gerekir, aldığım kararla ilgili, hiçbir fiziksel hazırlık süreci yoksa bu durumda A noktasında beni karar almaya kim zorladı? Böyle bir durumda metafizik bir çözüm (!) gündeme gelmektedir. Ve yıllardır felsefecileri meşgul eden zihin beden ikilemi buna çözüm gibi görünmektedir. Daha açık söylemek gerekirse, kendisini fiziksel olarak belli etmeyen, grafiğin yükselmeye başlama anındaki A noktasındaki bilinçli karar alma sürecimi başlatanın benim “ruhum” olduğunu söylemek gerekir. Yani, ruhumun beni hazırladığı, ruhumun bana verdiği verilerle benim karar aldığım düşüncesi ortaya çıkar. Tabii ki, bu durumda da zihin beden ikilemi için her zaman sorulan bir soru da beraberinde gelmektedir. Varlığı fiziksel olmayan bir şey (ruh) nasıl olur da fiziksel bir varlığı harekete geçirebilmektedir? Böyle bir durumda, materyalist bir düşünce ortadan kalkmış olmaktadır.

Yorum C-:
Tekrar, grafiğimizin orijinal haline dönelim. Bu defa da şöyle düşünelim. Eğer B noktası, benim, parmağımı kaldırmak için bilinçli karar aldığım yerse, bilincimin dışında gerçekleşiyor gibi görünen A ile B arasındaki süreyi nasıl açıklayabilirim? Yani bir anlamda tekrar birinci yoruma gelmiş gibi görünüyorum. Ancak bu yorumu, birinciden şu şekilde düşünerek farklı kılabilirim:

Mademki, zamandaki sıralamada, parmağımı kaldırdığım an olan O anından önce, parmağımı kaldırmaya karar aldığım B anı gelmektedir, O halde, beni bu karar almamda yardımcı olan ve “hazırlık potansiyeli” olarak adlandırılan sürecin de (A ile B arası), benim karar alma ânım olan B noktasından önce gelmesi son derece normaldir. Ama, bu hala, AB arasındaki sürecin nasıl olur da benim bilincimin dışında olduğunu açıklamaz. İşte tam da bu noktada açıklaması garip şöyle bir yorum getirilmektedir: Beynimizin, “şu an” diye isimlendirdiğimiz ve bu şekilde algıladığımız anı, aslında ben, AB için geçen süre kadar önce yaşamış olmalıyım. Bu süre 350 mili saniye olmakla beraber kabaca yarım saniye (500 milisaniye) gibi düşünürsek, ben, yarım saniye önce yaşadığım âna, “şimdi” diyorum.

Bir başka deyişle ben her zaman ama her zaman şu an dediğim anı yarım saniye kadar evvel yaşamış oluyorum. Peki bu ne işe yarayacak? Eğer beynim, gerçekten de aslında yarım saniye evvel yaşadığı bir olayı sanki şimdi yaşıyormuşum gibi bir yanılsama içine sokuyorsa, bu durumda bilincimizin olmadığını ifade ettiğim AB aralığını da bu şekilde açıklamış olurum. Yani, aslında karar almaya başladığımız an A noktası olup bilinçli farkındalığım ise B noktasında ortaya çıkar gibi görünmekle beraber, beynim, AB arası zaman kadar beni yanılsamaya uğratacak evrimsel bir mekanizmayı geliştirmiş ve benim “şimdi” diye isimlendirdiğim an, aslında AB zaman parçası kadar önce aldığım kararın bir yanılsaması olabilir diyenler var. Bunu da yaklaşık yarım saniye kadar ifade ediyorlar. Diğer bir ifade ile aslında bizler, tüm karar ve eylemlerimiz, yaklaşık yarım saniye kadar önce alıyor, uyguluyor ama “şimdi”deymişiz gibi yaşıyoruz. Tersten söylersek “Şu ânı, geçmişte yaşıyoruz”. Konu biraz Matrix filmini andırıyor gibi görünse de, deneylerin fiziksel bir gerçeklik olduğunu biliyoruz.

Yine de bütün bu yorumlar (A,B,C) tam anlamıyla bir açıklama getirememekle beraber, bir nebze havada kalmışlardır. Çünkü biz günümüzde bile halen beyin ve bilinç konularını doğru düzgün işleyememekteyiz. İlgili yazıları aralarda link olarak sizlere sunmuş bulunmaktayım. Diğer yazılarım için takipte kalın, iyi okumalar…

Kaynakça

  • Benjamin Libet, “Unconscious cerebral initiative and the role of conscious will in voluntary action”, The Behavioral and Brain Sciences, 1985, ss. 529–566.
  • H. Tuğrul Atasoy, Özgür İrade ve Sinirbilim, Bilim Ve Gelecek
  • Antonio R. Damasio, Descartes’in Yanılgısı: Duygu, Akıl ve İnsan Beyni, Çev. Bahar Atlamaz, Varlık Yayınları, 1999.
  • Francis Crick, Şaşırtan Varsayım, Çev. Sabit Say, TÜBİTAK Popüler Bilim Kitapları, 1.basım, Nisan 1997.
  • John Gray, Saman Köpekler; İnsanlar ve Diğer Hayvanlar Üzerine Düşünceler, Çeviri: Dilek Şendil, YKY, 1.Baskı, 2008, İstanbul.
  • Karl R. Gegenfurtner, Beyin ve Algılama, Çev. Barış Konukman, İnkılap Yayınları, 2005.
  • Patrick Haggard, “Conscious Intention and Motor Cognition”, TRENDS in Cognitive Sciences, Vol:9, No:6, 2005.
  • Patrick Haggard ve Benjamin Libet, “Conscious Intention and Brain Activity”, Journal of Consciousness Studies, Vol:8, No:11, 2001.
  • Itzhak Fried ve ark., “Functional Organization of Human Supplementary Motor Cortex Studied By Electrical Stimulation”, The Journal of Neuroscience, Vol:11 No:11, 1991.
  • Neil Lewy, “Book Review: Freedom Evolves by Daniel Dennett”, The Human Nature Review, Vol:3:152–154, 2003.
  • Amatör Filozof, Bilim Felsefe Din, Kader mi, Doğal Süreçler mi?
  • The Volitional Brain by Benjamin Libet, Anthony Freeman, Keith Sutherland –http://www.amazon.com/Volitional-Brain-Towards-Neuroscience-Free/dp/0907845118
  • Seeking Free Will in Our Brains: A Debate by Mark Hallett, M.D., and Paul R. McHugh, M.D. — http://www.dana.org/news/cerebrum/detail.aspx?id=9088
  • Without Miracles: Brain Evolution and Development — http://faculty.ed.uiuc.edu/g-cziko/wm/05.html#Heading2
  • Int J Psychophysiol. 2008 Feb;67(2):151–7. Epub 2007 Nov 22 Analysis of a choice-reaction task yields a new interpretation of Libet’s experiments. Herrman CS et al.
    http://www.genetikbilimi.com/genbilim/bilincbeyninkuklasi.htm
  • Winston, Robert., İnsan Beyni, (Say Yayınları, 2012)
  • Alıcı, Tevfik., Gerçek Bir Yanılsama, Bilinç. (Metis Bilim 2013)
  • http://k21st.wordpress.com/tag/free-will/
  • http://www.informationphilosopher.com/solutions/scientists/libet/

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder